Geçmişten Günümüze Kadın Olmak: Zamanda Bir Kahkaha Yolculuğu


Kadın olmak… Tarih boyunca her dönemde, her coğrafyada ayrı bir hikâye, ayrı bir mücadele, ayrı bir komedi unsuru. Gelin, geçmişten günümüze kadın olmanın evrimini, biraz da yüzünüzde bir tebessümle inceleyelim.

Mağara Dönemi: "Mağara Kadını ve Tava Krizi"

İlk kadınlar için hayat oldukça basitti. Erkekler avlanır, kadınlar mağarada otururdu. Ama bir düşünün, ilk kadın bir gün elinde mamut budu taşıyan erkeğe, “Yani bu mu şimdi? Bir çiçek bile getirmedin!” dememiş midir? Şahsen, mağara kadınının ilk "kap kacak" kavgasını başlatan kişi olduğunu düşünüyorum. Kim bilir, belki bir kaya parçasıyla başlamıştı o “Bu evde hiçbir şey düzgün çalışmıyor!” diye başlayan serzenişler.

Antik Çağ: "Tanrıçalar ve Çamaşır Günü"

Antik Yunan ve Roma’da kadınlar bir yandan tanrıçalara kurban sunuyor, bir yandan da "Afrodit gibi görünmeliyim" diye çabalıyordu. Ama kimse "Afrodit'in saçları nasıl böyle parlak oluyor?" diye sormuyordu. Çünkü cevabı belliydi: Zeytinyağı. Bugünün “argan yağı” furyası işte o dönemde başladı. Ama garibim kadınlar yine de bir köle ordusu olmadan bu işleri başaramazdı. Düşünsenize, sabah tapınakta dua, öğlen amforalarda su taşıma, akşam gladyatörlere yemek hazırlama… Ve tabii ki, her şeye rağmen, "Bu toga beni şişman mı gösteriyor?" diye dertlenmeden duramama.

Orta Çağ: "Cadılar ve Kazanlar"

Orta Çağ’da kadın olmak, sürekli diken üstünde yaşamak demekti. Sadece biraz farklı görünseniz ya da biraz fazla akıllı olsanız, “Cadı!” diye bağıran bir grup insanla karşılaşmanız an meselesiydi. Mesela, komşunuza şifalı bir ot çayı hazırlayıp verseniz, ertesi gün mahallenin ortasında, “Bu kadın kocamın mide ağrısını geçirdi, kesin büyü yaptı!” diye suçlanabilirdiniz. Şifa dağıtmaya çalışırken meydan ateşine odun olan kaç kadın vardı kim bilir...

Kısacası Orta Çağ’da kadın olmak, kazan başında yemek yaparken bile “Acaba bugün ne bahaneyle beni suçlayacaklar?” diye düşünmekti. Hem yemek yapmak hem suçlamalardan kaçmak adeta tam zamanlı bir iş!

Rönesans: "Sanatçıların İlham Perisi mi, Çamaşırcı mı?"

Rönesans dönemine gelelim. Erkekler sanatın zirvesindeydi. Leonardo Da Vinci, Michelangelo… Ama o tabloların ilham perisi kadınların halini düşünün. Saatlerce aynı pozda durmak! "Biraz daha sabit dur, şu dudaklarını Mona Lisa gibi yap!" Kadınlar sanatta yer alıyordu ama genellikle “duvara asılacak güzel yüz” olarak. Tabii bir de şunu sormak lazım: Mona Lisa gülümsemesine rağmen içten içe, "Bunlar yemek hazır mı diye sormadan önce bir 'Nasılsın?' deseler şaşardım" diye düşünüyor olabilir mi?

Sanayi Devrimi: "Eller Yine Hamurda"

Sanayi Devrimi kadınları fabrikalara taşıdı. Yıllarca “Bu evde çalış çalış bitmiyor!” diyen kadınlar, sonunda dışarı çıkıp çalışmaya başladı ama bu sefer de patronun suratında bir burun kıvrılmasıyla karşılaştı. Üstelik eve döndüklerinde “Yemek hazır mı?” sorusuyla burun buruna gelmek kaçınılmazdı. Kadın olmak zor, demiş miydim?

20. Yüzyıl: "Haklar ve Topuklular"

20. yüzyılda kadınlar haklarını elde etmek için sokaklara döküldü. Ama düşünün, kadınlar bir yandan oy hakkı için yürüyüş yaparken bir yandan da “Bu topuklularla yürümek ne zor iş!” diye dertleniyordu. İdeal bir dünya için savaşırken bile şıklığı elden bırakmamak, işte kadın olmanın özü!

21. Yüzyıl: "Kariyer mi, Aile mi, Yoksa Netflix mi?"

Bugün kadınlar her şeyi yapıyor: Çalışıyor, çocuk büyütüyor, sosyalleşiyor. Ama bir de şu meşhur “Kariyer mi, aile mi?” sorusuyla mücadele ediyor. Peki, kimse "Netflix ve çay ile yalnız bir akşam keyfi?" seçeneğini neden masaya koymuyor? Modern kadın, her şeye yetişirken bir yandan da “Bu kadar koşturuyorum ama hala çamaşırlar neden bitmiyor?” sorusunun cevabını arıyor.

Sonuç: Kadın Olmak Hep Zor Ama Hep Güzel

Geçmişten günümüze kadınlar her dönemde güçlü, esprili ve dayanıklıydı. Kim bilir, belki bir gün bu yazıyı okuyan bir kadın, “Zamanında bunlar çok komikmiş ama benim dönemim bambaşka!” diyecek. Ama bir gerçek değişmeyecek: Kadın olmak zor ama bir o kadar da eğlenceli bir yolculuk! Evet, hala “Bu kazak beni şişman mı gösteriyor?” sorusu evrensel olarak tüm çağlara meydan okumaya devam edecek.


BİZ KADINLAR DEĞER GÖRMEYİ HAK EDİYORUZ 


Biz kadınlar... Tarih boyunca toplumu ayakta tutan, aileleri bir arada tutan, sevgi ve fedakârlığı yaşamın merkezine koyan kişiler olduk. İster tarihin tozlu sayfalarına dönüp bakalım, ister bugünün modern dünyasına, kadınların varlığı olmadan ne düzen olur ne de denge. Peki, neden hâlâ bazen hak ettiğimiz değeri görmüyoruz?

Değer görmek bir lüks değil, en doğal hakkımız. Çünkü biz kadınlar, sadece anne, eş, kız kardeş, evlat değil; aynı zamanda lider, yaratıcı, emekçi, savaşçı ve ilham kaynağıyız. Bir kadın, bir çocuğu büyütürken geleceği şekillendirir, iş hayatında başarıya koşarken toplumu ileriye taşır, dostluklarında şefkatiyle yaraları sarar. Ancak ne yazık ki bazen bu çabalar görünmez oluyor. Sanki varlığımız sadece “gerektiğinde hatırlanan” bir destek unsuruymuş gibi algılanıyor.

Değer görmek, çiçeklerle süslenmiş bir jestten daha fazlasıdır. Bu, bir kadının emeğinin, düşüncesinin, hayallerinin ve varlığının takdir edilmesidir. Kadınlar başardıkça, sevdikçe, yarattıkça bu dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getirir. Bunun karşılığı, samimi bir teşekkür, eşit bir pay, saygı dolu bir duruş ve hakkaniyetle verilmiş bir fırsattır.

Değer görmek, toplumun her kademesinde kadınlara hak ettikleri yeri vermektir. İş yerlerinde sesimizin duyulması, evde emeğimizin görülmesi, sokakta güven içinde yürüyebilmek kadar basit ve temel şeyleri içeren bir anlayıştır. Çünkü bir toplumun gelişmişliği, kadınlarının ne kadar mutlu ve güçlü olduğuyla doğrudan ilişkilidir.

Biz kadınlar, sevgiyi bir ışık gibi yaymayı biliriz. Ama bu ışığı sürdürebilmek için bizim de güçlenmeye, desteklenmeye ve değer görmeye ihtiyacımız var. O yüzden her bir kadına, her gün şöyle seslenmek gerek: "Sen değerlisin. Sen bu dünyanın vazgeçilmezisin. Senin varlığın, emeğin ve hayallerin hepimizi daha iyi bir yere taşıyor."

Unutmayalım ki, bir kadını değerli hissettirmek, sadece o kadını değil, etrafındaki herkesi aydınlatır. Çünkü biz kadınlar, değer görmeyi fazlasıyla hak ediyoruz. Hem de her gün, her an.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar