1 Şubat Günü, Bir Hayal Gerçeğe Dönüşürken
Saatimi sabah 9’a kurmuştum ama, 8:30’da çoktan ayaktaydım. Belki de içimde, bugünün hayatımdaki önemli dönüm noktalarından biri olacağını sezen bir taraf vardı. Uyandım, ilk iş sıcak bir duş aldım. Kahvaltı yapma gereği duymadım, zaten pek alışkanlığım da değildir. Sadece her zamanki gibi kekik çayımı içtim, 20 yıldır kullanmaya alıştığım tansiyon ilacımı yuttum ve günüme başladım.
Seferihisar’dan Fahrettin Altay’a doğru yola koyuldum. Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra tramvaya bindim. Durağım "Hocazade Camii"ydi. Orada inip Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne yöneldim. İçimde tatlı bir heyecan vardı ama bunu hissetmek için bile pek vaktim yoktu. Günüme odaklanmıştım.
Börek ve Sabah Çayı
Yürürken bir anda börek yeme isteği geldi içime. Belki de bugün iyi bir şeyler olacağını içten içe hissettiğimden, kendimi küçük bir ödülle şımartmak istedim. Bol peynirli, sıcak bir börek ve yanında demlenmiş çay… O anın tadını çıkardım. Sadece birkaç dakikalık bir mola olsa da, kendime küçük bir kutlama gibiydi.
Yayınevi ile İlk Buluşma
Bugün benim için özel bir gündü. Yazılarımı kitaba dönüştürme yolunda ilk adımımı atacaktım. Yayınevinin sahibiyle yapacağım ilk görüşmeye doğru ilerlerken, içimde tuhaf bir huzur vardı. Heyecanlı mıydım? Emin değilim. Ama mutluydum. Başaracağıma inanıyordum.
Yayınevine adımımı attığımda beni nazik, anlayışlı ve empati kurmayı bilen bir beyefendi karşıladı. İlk izlenim çok şeydir ya hani, işte o an içimde “Bu olacak” diye bir his belirdi. Kendimi anlatmam, düşüncelerimi paylaşmam, yazılarımın benim için ne ifade ettiğini açıklamam hiç zor olmadı. O da büyük bir dikkatle dinledi. Cümlelerimin arasında kaybolmadı, aksine her noktaya özen göstererek geri dönüt verdi. Kitabın nasıl şekilleneceğine dair en ince ayrıntısına kadar konuştuk. Ve sonunda ortak bir karar aldık: Birlikte çalışacağız.
Bu kelimeler, o an içimde kopan sevinç dalgasını tarif etmeye yetmez. O an hayatımda bir kapının aralandığını hissettim. Belki yıllardır hayalini kurduğum şey, belki yıllardır içimde taşıdığım hikayeler sonunda gün yüzüne çıkacaktı.
Gökyüzü Gibi İçim de Sıcaktı
1 Şubat'tı. Kışın tam ortası. Normalde buz gibi bir hava, ayaz, belki poyraz ya da yağmur beklerdim. Ama hayır. Hava, içimdeki coşkuya ayak uydurmuş gibiydi. Gökyüzü masmavi ve güneş gülümsüyordu. Sanki bana "Bugün senin günün, tadını çıkar" diyordu.
Cadde boyunca yürüyordum ama aslında yürüdüğümden emin değilim. Ayaklarım sanki yere basmıyordu. Hafif miydim, uçuyor muydum, yoksa sevincin kanatlarına mı bırakmıştım kendimi, bilmiyorum. Ama bir şey biliyordum: Çok mutluydum.
Sevinçten Ağlamak
Ve sonra... Ağladım.
En son sevinçten ne zaman ağladığımı düşündüm, bulamadım. Ama bu sefer kendimi tutmadım. Burnum kızardı, gözlerimden yaşlar süzüldü, cadde boyunca yürürken insanların bakışlarını umursamadan ağladım. İçimde ne bir hüzün vardı ne bir üzüntü. Bu, kelimenin tam anlamıyla, gözyaşlarının mutluluktan aktığı nadir anlardan biriydi.
Kendi yolculuğumda büyük bir adım attığımın farkındaydım. Ve o an, güneşin altında parlayan İzmir sokaklarında, içimde tarifsiz bir minnet duygusuyla yürüdüm. Çünkü biliyordum ki, bu daha başlangıçtı.
Yorumlar
Yorum Gönder