Bizim evde bir yer vardı, yük yeri derlerdi ona. Duvarın içine oyulmuş, kapaksız bir dolap gibi… Ama kapak yerine ince bir perde vardı. O perdeyi aralayınca içi loş olurdu, biraz gizemli, biraz da heyecan verici. İşte tam orada, en köşede, annemin sandığı dururdu. Ah o sandık!

Benim gözümde sırlarla doluydu. O kadar merak ederdim ki içindekileri, boyum uzasa da bir gün kapağını kaldırıp içine baksam diye hayaller kurardım. Büyümek istememin tek sebebi bile olabilir o sandık! Annem açınca göz ucuyla bakmaya çalışırdım ama hemen geri kapatırdı. Sanki içinde dünyanın en büyük sırrı saklıydı.

Acaba neler vardı içinde?

Belki de düğününde giydiği dantel işlemeli duvağı, lavanta kokan beyaz bir geceliği... Bir kenarda eski, solmuş mektuplar... Kartpostallar... 

Bir ipek mendil olmalıydı, belki gözyaşlarını sildiği… Bir de bebekliğimden kalma minik patikler, sararmış bir kundak… Sandığın en diplerinde büyüklerin bahsettiği, ama benim hiç görmediğim siyah beyaz fotoğraflar. Belki dedemlerin, belki hiç tanımadığım uzak akrabaların…

Bir köşesinde minik bir kutu... İçinde eski yüzükler, annemin genç kızken taktığı bir bilezik ya da incecik bir kolye… Belki kırık, belki de hâlâ ışıl ışıl...

Ve en önemlisi, sandık açıldığında gelen o koku… Eski zamanların kokusu gibi. Belki biraz naftalin, biraz lavanta, biraz da yılların getirdiği o gizemli koku…

Bir de sandığın kendisi vardı tabii. Ahşabı koyu renkteydi ama üzerindeki el işi işlemeler, yılların izini taşıyan desenler, o sandığı bambaşka bir şeye dönüştürüyordu. Ellerimi üzerine koyup parmaklarımla o desenlerin, kıvrımların, ince işçiliğin üzerinden geçerken sanki geçmişi hissediyordum. O desenler bir yol gibi uzanıyordu, ben de parmaklarımla o yolda dolaşıyordum. Kendi çocuk ellerimle, yıllar öncesinin hikâyelerini okur gibi…

Büyüdüğümde sandığın kapağını kaldırıp içine bakacağımı düşünürdüm hep. Ama büyüdüm, sandık açıldı… İçinden çıkanlardan çok, çocukken kurduğum hayaller daha güzeldi belki de.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar