Kayıtlar

 Gazze: Sessizlikten Çığlığa Uzun süre dünya sessiz kaldı. Gazze’de bombalar gökyüzünü doldururken, siviller temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılırken, çoğu devlet “bekle gör” tavrını tercih etti. Haberler geçti, raporlar yayınlandı, ama diplomatik masalarda gerçek bir adım atılmadı. Sanki bir halkın topluca yok oluşu, küresel çıkarların gölgesinde önemsizleşmiş gibiydi. Fakat zamanla bu sessizlik duvarı çatladı. Uluslararası raporlar, bağımsız gözlemcilerin tanıklıkları ve en önemlisi halkların yükselen sesi gerçeği gizlenemez hale getirdi. Artık “soykırım” kelimesi yalnızca aktivistlerin değil, uluslararası kurumların resmi belgelerinde de yer buluyor. Bu, dünyanın ağır da olsa uyanmaya başladığının işareti. Gecikmiş Bir Vicdan Elbette geç kalındı. Bir yıl boyunca süren bombardımanlar, kesilen elektrik ve su, yok edilen hastaneler, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan bir topluluk… Bu tabloya “çatışma” demek, gerçeği örtmek olur. Dünya bunu görmek istemedi, çünkü görmek çıkarlarıyla ...
  Dallarımı Yeşertmeyenler Dallarımı yeşertmeyenler, Nehirlerimi kurutanlar… Bir gün anlarsınız, Toprağın sessizliği Çığlıktan daha ağırdır. Gözlerime umut serpmediniz, Rüzgârımı özgür bırakmadınız. Gökyüzüme zincir vurdunuz, Yine de bulutlarımda şimşek saklıdır. Ben sustum, Çünkü köklerim derinlerdeydi. Ben sustum, Çünkü her suskunluk yeni bir tohumdu. Bir gün, Kuruttuğunuz nehirlerin yatağında Yeniden sular coşacak. Yaktığınız ormanların külünden Yeniden yeşil fışkıracak. Ve o zaman göreceksiniz: Karanlığı en iyi bilenler, Işığa en çok inananlardır.
  HAKLI OLMAK MI MUTLU OLMAK MI Haklı olduğumuzu düşündüğümüzde ya da bir konuda karşımızdakini ikna etmeye çalıştığımızda, sözlerimizin gücüne güvenmeliyiz. Doğrudan sesimizi yükseltmek,karşımızdakini baskılamak, manipüle etmek kaçış yoludur. “Sesini değil sözünü yükselt; çiçeği büyüten yağmurdur, gök gürültüsü değil.” demiş Şems! Sesini yükseltmek, çoğu zaman karşımızdakine zorbalık yapmak anlamına gelir. Bu durum, bir güç gösterisi ya da üstünlük kurma çabasıdır. Oysa asıl önemli olan, ne söylediğimiz ve bunu nasıl ifade ettiğimizdir. İnsanlar, bağırarak değil, sakin ve anlamlı bir şekilde konuşulduğunda daha çok etkilenirler. Bağırmak, genellikle bir çaresizlik belirtisidir. Kendi düşüncelerimizi ve duygularımızı yeterince iyi ifade edemediğimizde, sesimizi yükselterek durumu kontrol altına almaya çalışırız. Ancak, bu yöntem genellikle ters teper. Karşımızdaki kişi, savunmaya geçer ve aramızdaki iletişim tamamen kopabilir. Öte yandan, sakin ve mantıklı bir şe...
 1 Şubat Günü, Bir Hayal Gerçeğe Dönüşürken Saatimi sabah 9’a kurmuştum ama, 8:30’da çoktan ayaktaydım. Belki de içimde, bugünün hayatımdaki önemli dönüm noktalarından biri olacağını sezen bir taraf vardı. Uyandım, ilk iş sıcak bir duş aldım. Kahvaltı yapma gereği duymadım, zaten pek alışkanlığım da değildir. Sadece her zamanki gibi kekik çayımı içtim, 20 yıldır kullanmaya alıştığım tansiyon ilacımı yuttum ve günüme başladım. Seferihisar’dan Fahrettin Altay’a doğru yola koyuldum. Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra tramvaya bindim. Durağım "Hocazade Camii"ydi. Orada inip Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne yöneldim. İçimde tatlı bir heyecan vardı ama bunu hissetmek için bile pek vaktim yoktu. Günüme odaklanmıştım. Börek ve Sabah Çayı Yürürken bir anda börek yeme isteği geldi içime. Belki de bugün iyi bir şeyler olacağını içten içe hissettiğimden, kendimi küçük bir ödülle şımartmak istedim. Bol peynirli, sıcak bir börek ve yanında demlenmiş çay… O anın tadını çıkardım. Sadece b...
 Güçlü Görünmek, Kırılgan Hissetmek Beni tanıyan herkes gözünde şöyle bir imaj çizer: Dağları aşmış, yabani hayvanlarla boğuşmuş, fırtınaları atlatmış ve düze inmiş biri… Sanki hiçbir felaket beni sarsamaz, hiçbir zorluk beni pes ettiremez gibi düşünüyorlar. "O çok güçlüdür, onun yardıma ihtiyacı yoktur," diyorlar. Öyle mi gerçekten? Peki ya ben? O güçlü görünen insanın içinde neler olup bittiğini kimse biliyor mu? Bazen bir rüzgar esse devrilecek gibi hissediyorum. Kimi zaman içimde kopan fırtınalar dışarıdan bir esinti bile olarak görünmüyor. Ama bilirsiniz işte, bazı insanlar hep dimdik durmak zorundadır. Çünkü bir kez düşerlerse, kimse el uzatmaz. İnsanlar yardım istemeye alışık olmayan birine yardım etmeye de yanaşmazlar. "O zaten güçlüdür," deyip geçerler. Ama şunu bilin: Güçlü olmak, hissetmemek demek değildir. Ağır darbeler yediğimde de canım acıyor, yorulduğumda da dinlenmek istiyorum. Sadece bunu belli etmiyorum, çünkü bana "Sen yaparsın," demeye...
 Hayat Kısa, Hak Edenlere Sövün Bak canım, sabır falan güzel şey ama bazıları gerçekten hak etmiyor. Hani derler ya, "Suskunluğum asaletimdendir" falan… Yok, öyle bir şey. Bazı insanlar susunca anlamıyor. Açık açık, tane tane anlatman gerekiyor ki anlasınlar ne halt yediklerini. Mesela birine iyilik yapıyorsun, sırtını dönüyorsun, bir bakıyorsun arkandan konuşuyor. Ne yapacaksın? “Ah canım ya, Allah affetsin” mi diyeceksin? Yok ya! Bas küfürü, bırak içini rahatlatsın. Hayır, bilim de destekliyor bunu bak. Küfretmek stres azaltıyormuş. Sen sağlığına iyi bakıyorsun aslında! Ama tabii ki her önüne gelene sövme. O zaman kıymeti kalmaz. Hak edene, tam yerine, ölçülü ve sanatsal bir şekilde. Küfür dediğin de bir sanattır sonuçta. Herkes beceremez. Öyle düz odun gibi küfretmek yok. İçinde biraz mizah olacak, biraz zeka parlayacak. “Aptal” demekle yetinmek mi? Hayır. “Aklın olsa boşa gitmezdi” diyecek, hem düşündüreceksin hem vuracaksın. Zaten hayat kısa. Bir de içinde tutup stres ya...
Bizim evde bir yer vardı, yük yeri derlerdi ona. Duvarın içine oyulmuş, kapaksız bir dolap gibi… Ama kapak yerine ince bir perde vardı. O perdeyi aralayınca içi loş olurdu, biraz gizemli, biraz da heyecan verici. İşte tam orada, en köşede, annemin sandığı dururdu. Ah o sandık! Benim gözümde sırlarla doluydu. O kadar merak ederdim ki içindekileri, boyum uzasa da bir gün kapağını kaldırıp içine baksam diye hayaller kurardım. Büyümek istememin tek sebebi bile olabilir o sandık! Annem açınca göz ucuyla bakmaya çalışırdım ama hemen geri kapatırdı. Sanki içinde dünyanın en büyük sırrı saklıydı. Acaba neler vardı içinde? Belki de düğününde giydiği dantel işlemeli duvağı, lavanta kokan beyaz bir geceliği... Bir kenarda eski, solmuş mektuplar... Kartpostallar...  Bir ipek mendil olmalıydı, belki gözyaşlarını sildiği… Bir de bebekliğimden kalma minik patikler, sararmış bir kundak… Sandığın en diplerinde büyüklerin bahsettiği, ama benim hiç görmediğim siyah beyaz fotoğraflar. Belki dedeml...