SEFERİHİSAR'DA SONBAHAR
Gecenin en derin saatlerinde, karanlığı yaran o ilk gök gürültüsüyle sanki dünya ikiye bölünmüştü. Sessizlik, aniden yankılanan o ürpertici patlamayla yırtıldı. Gök gürlediğinde, yalnızca sesini değil, titreşimini de hissettim. Sanki tüm ev, bu doğa olayının devasa gücü karşısında titriyordu. Gökyüzü bir mesaj vermek ister gibiydi; her şeyin kontrolümüz dışında olduğunu, insanın bu doğa karşısında ne kadar küçük ve savunmasız kaldığını hatırlatıyordu. Şimşek, bir bıçak gibi gökyüzünü ikiye ayırdı, aniden gelen o parlak ışık her şeyi bir saniyeliğine ortaya çıkardı. Ardından yine karanlık… Daha da derin ve tehditkâr bir karanlık.
Yağmurun ilk damlaları pencereye vururken, elektrikler gitti. Ev bir anda zifiri karanlığa büründü. Artık hiçbir teknoloji yoktu, hiçbir modern güvence. İçimde eski zamanlara dönmüş gibi bir his vardı. Elektriksiz, sessiz ve yalnız. Gaz lambasını özlemle hatırladım. Eskiden böyle zamanlarda, bir lambanın titrek ışığı her şeyi sakinleştirir, bir tür sığınak gibi olurdu. Şimdi ise sadece karanlık vardı. O karanlık ki, her gök gürültüsünde bir anlığına siliniyor, ardından daha derin bir boşluk geri geliyordu.
O an dışarıdan gelen sesler daha da korkutucu bir hal aldı. Rüzgârın uğultusu, ağaçların yapraklarını savururken içimdeki tedirginliği büyüttü. Köpekler uzakta uluyor, onların sesi, gecenin bu saatinde karanlıkla birleşince bir başka boyuta taşınıyordu. İçimden garip bir korku yükseldi. Şimşek çaktıkça, pencereden içeriye giren o anlık ışık, odadaki gölgeleri harekete geçiriyor gibiydi. Bir an için, odanın köşesinde karanlık bir figür varmış gibi hissettim. Gözlerim yanılıyordu, ama o anın tedirginliği içimde kök salıyordu. Karanlık, her şeyi sarmıştı. Pencereye vuran yağmur damlaları, sanki her biri bir haberci gibi cama vuruyor, beni tedirgin ediyordu.
Tam bu karışık duygular içinde boğulurken, aniden telefondan gelen deprem uyarısı içimdeki huzursuzluğu zirveye taşıdı. Gök gürültüsü, şimşek, karanlık yetmezmiş gibi şimdi de doğanın başka bir öfkesinin habercisi olan bir uyarı vardı. Kalbim hızla atmaya başladı, zihnim senaryolarla dolup taşarken dışarıdaki fırtına şiddetini artırıyordu. Yağmur artık bir sağanak haline gelmiş, pencerelere adeta saldırıyordu.
Sabahın ilk ışıkları yavaşça belirirken, yağmurun şiddeti de hafifledi. Ama gece boyunca yaşanan o dehşet hâlâ taze ve canlıydı. Gökyüzü bir yanda koyu gri bulutlarla kaplıydı, diğer yanda masmavi bir huzur vardı. Sanki doğa, bir gecede iki farklı yüzünü göstermişti. Gözüm bulutlarda takılı kaldı; bir yanda karanlık, bir yanda aydınlık. İçimdeki hisler de tıpkı böyleydi. Bir yanım hâlâ gece boyunca yaşanan o korkuyu hatırlarken, diğer yanım sabahın getirdiği huzura sarılmak istiyordu.
Dışarı çıktığımda, sitenin içinde oluşan küçük gölcüklere basmamaya çalışarak dikkatle yürüdüm. Suya her adım atışımda, gece boyu üzerime yapışan o endişeleri de yıkıyormuş gibiydim. Yağmur, sanki sadece dışarıyı değil, içimi de temizlemişti. Ama hâlâ bir tedirginlik vardı; her gök gürültüsü, her şimşek çakması zihnime kazınmış gibiydi. Gökyüzüne baktığımda, bulutların dağların seviyesine kadar indiğini gördüm. O koca dağlar bile, doğanın gücü karşısında eğilmiş gibiydi.
Arabaya bindiğimde yağmurun sokakları yıkadığı, her şeyi saf haline getirdiği gerçeği içimi aydınlattı. Her şey parlıyordu. Fakat o parlaklık, gece yaşanan o dehşeti unutturmak için yeterli değildi. Dışarıdaki yağmurun, gök gürültüsünün, şimşeğin gücü, bana insanın ne kadar savunmasız olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı. Ama tüm bunlara rağmen içimden bir şükür yükseldi. Doğanın bu haşin yüzü, bir yenilenmenin başlangıcıydı. Kaosun ardından gelen o dinginlik, içimi yavaş yavaş sararken, gök gürültüsünün sesi zihnimde yankılanmaya devam ediyordu.
Doğa, bazen bize en karanlık yüzünü gösterir, korkutur, tedirgin eder. Ama her şimşek çakmasının ardından bir aydınlanma gelir; karanlık ne kadar korkutucu olursa olsun, her zaman bir ışık vardır. Bu ışık bazen sadece kısa bir an için belirse de, içimizi ısıtan o umudu hiç kaybetmeyelim.
Yorumlar
Yorum Gönder