Fırat'ın Çocukları: Eğitim İçin Sandallarla Mücadele
Halfeti’nin kalbinde Fırat Nehri akar. Dingin gibi görünse de, özellikle kış aylarında Fırat’ın suları başka bir ruha bürünür; güçlü, sert ve bazen tehditkâr. Bu nehrin iki yakası, aynı hayatın farklı yüzlerini taşır. Halfeti’ye bakan tarafta köyler vardır, fakat ne yazık ki o dönemde gençlerin ve çocukların eğitim alabileceği bir okul yoktur. Eğitim için Fırat’ın karşı kıyısına, Halfeti’ye geçmek zorundadırlar.
Bu geçiş, sıradan bir yolculuk değildir. Yaz aylarında, güneşin altında Fırat’ın sakinleştiği anlarda, bu yolculuk bir nebze daha kolaydır. Ancak kış geldiğinde, rüzgârın uğultusu, yağmurun şiddeti ve zaman zaman bastıran dolu, işleri daha da zorlaştırır. Çocuklar ve gençler, eski, kırık dökük sandallar ya da su alan kayıklarla her sabah Halfeti’ye ulaşmak için Fırat’ın sularıyla mücadele etmek zorundadır.
Kayıklar su aldığında, bu genç ellerde hep bir kova olur. Kayığın içinde biriken suyu hızla boşaltmaya çalışırlar. Kışın sert günlerinde, yağmur kayığın içini doldururken, çocuklar daha da hızlı hareket etmek zorunda kalır. Bir yandan sandalı batmaktan kurtarırken, diğer yandan karşı kıyıya ulaşma azmini hiç kaybetmezler. Fırtınalı bir sabahta, suların üzerinde sallanan bir kayıkta, suyu boşaltırken bile, onların tek düşündüğü şey okula zamanında yetişmektir.
Bu zorluklara rağmen, Halfeti’nin gençleri eğitime olan inançlarından asla vazgeçmez. Fırat’ı geçmek, onlar için yalnızca bir fiziksel zorluk değil, aynı zamanda geleceğe açılan bir kapıdır. O kayıklar, yalnızca bir ulaşım aracı değil, hayalleri taşıyan, umutları yaşatan birer simgedir.
Bu hikâyeler, yoksulluğun ve zorlukların eğitim aşkını bastıramadığını, tam tersine, bu tutkuyu daha da güçlendirdiğini gösterir. O gençler, soğuktan titreyen elleriyle kürek çekerken ya da bir kovanın içine su doldurup boşaltırken, aslında sadece bir nehri değil, cehaleti de aşmaya çalışıyorlardı.
Fırat, bir sınav gibiydi. Doğanın bütün gücüyle zorladığı bir sınav. Ama her sabah Fırat’ı aşan o gençler, bu sınavı başarıyla veriyordu. Belki yırtık ayakkabılarla, ıslak kıyafetlerle, buz gibi ellerle okula varıyorlardı, ama o sıralarda oturduklarında içlerinde hep bir sıcaklık vardı. Çünkü biliyorlardı ki bu mücadele, sadece kendileri için değil, aynı zamanda aileleri, köyleri ve gelecekleri içindi.
Bugün, Halfeti’nin taş sokaklarında yankılanan o çocukların ayak sesleri artık duyulmuyor olabilir. Fakat onların hikâyeleri, Fırat’ın sularında hâlâ yaşamaya devam ediyor. Çünkü bu hikâye, yalnızca Halfeti’nin değil, yokluk ve zorluklar içinde var olma mücadelesi veren herkesin hikâyesidir. O çocuklar, hayatın onlara çizdiği zor yoldan yılmayan, aksine o yolu aşkla yürüyen gerçek kahramanlardı.
Yorumlar
Yorum Gönder