Halfeti: Dağların Gölgesindeki Şirin İlçe


Halfeti, her yanı dağlarla çevrili, Fırat’ın sularıyla nefes alan bir vadinin ortasında, küçücük ama ruhu büyük bir ilçeydi. Büyüleyici güzelliklerinin ardında, insanı hayata sıkı sıkıya bağlayan zorluklar saklıydı. Halfeti’de genç olmak, her şeyden önce bir mücadeleydi. Eğitim, bu mücadelenin en değerli silahıydı. Gençler ya okuyarak kendilerine bir yol çizecek ya da fırsat bulduklarında yurt dışına gidip hayatlarını sıfırdan kuracaklardı. Başka bir seçenek yok gibiydi.


İlçe merkezinin geniş tarım arazileri yoktu, hayvancılık ise pek gelişmemişti. Köyler bu anlamda biraz daha avantajlıydı; tarlalar, bağlar, hayvan sürüleri köylüler için birer geçim kaynağıydı. Ancak ilçe halkı için bu imkanlar pek mevcut değildi. Bu yüzden, eğitim hem bir kurtuluş hem de geleceğe açılan yegâne kapıydı. Aileler, çocuklarını okumaları için büyük bir şevkle destekler, bazen kendi ihtiyaçlarından feragat ederek onların yolunu açmaya çalışırdı. Eğitim, sadece bir bireysel hedef değil, tüm bir ailenin onuru ve gururu haline gelirdi.


Bütün bu zorlukların içinde, Halfeti halkı hayattan küçük mutluluklar çıkarmayı çok iyi bilirdi. Yaz ayları geldiğinde, Değirmendere halkın en sevdiği kaçış noktası olurdu. Orada, derenin soğuk sularının oluşturduğu minik göllerde yüzmek, yani halkın deyimiyle “çimmek,” sıcaktan bunalanlar için bulunmaz bir keyifti. Çocuklar sulara koşar, gençler gölgede oturur, yaşlılar ise serin rüzgarı yüzlerinde hissederdi. Pikniklerin diğer favori adresi Höllez’di. Oraya çıktığınızda, kuşbakışı bir manzarayla karşılaşırdınız; dağların yeşilliği, Fırat’ın durgun akışı ve vadinin sessizliği insanı büyülerdi. Bu manzara, Halfeti’nin hem güzelliklerini hem de içine kapanıklığını özetler gibiydi.


Halfeti’ye dışarıdan tayinle gelen insanlar ilk başta hep biraz çekingen olurdu. İlçenin sessizliği, daracık sokakları, birbirine yaslanmış taş evleri onlara yabancı gelirdi. Ancak bu tedirginlik kısa sürede yerini hayranlığa bırakırdı. Çünkü Halfeti halkı, dışarıdan gelenlere hoşgörüsüyle, nezaketiyle kucak açardı. İlçeye gelen her memur ve ailesi Tanrı misafiri sayılır, onlara yardım etmek, yol göstermek adeta halkın görevi olurdu. Bu misafirperverlik öyle güçlüydü ki, tayini çıkan insanlar giderken gözyaşlarını tutamaz, Halfeti’nin insanlarından kopmanın ne kadar zor olduğunu dile getirirdi.


Bu topraklarda yaşam kolay değildi, ama Halfeti insanı zorluklarla başa çıkmayı bir yaşam biçimi haline getirmişti. Dışarıdan bakıldığında sakin ve kendi halinde görünen bu ilçe, içinde güçlü bir dayanışma, derin bir bağlılık ve sonsuz bir hoşgörü barındırıyordu. Eğitim, doğanın zor şartlarına karşı bir mücadeleydi. Piknikler, yoksulluğa rağmen hayatı kucaklamanın bir yoluydu. Misafirperverlik ise, bu toprakların belki de en kıymetli mirasıydı.


Halfeti’nin dar sokaklarında, Fırat’ın sessiz akışında ve halkının sıcak gülüşlerinde, sadece bir yerleşim yeri değil, bir yaşam felsefesi saklıydı: Zorluklara rağmen hayata tutunmak, birbirine destek olmak ve güzellikleri en basit haliyle kucaklamak. Bu yüzden, Halfeti’den ayrılan herkes, kalbinde buraya ait bir parçayla giderdi. Çünkü Halfeti, sadece bir ilçe değil, bir ruh haliydi; yaşandıkça insana derin izler bırakan bir yerdi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar