Çocukluğumuzun Evi
Küçükken ev çizerdik… Yaz kış fark etmezdi, bacasından dumanlar tüten, arkasında dağlar ve doğan güneş. O güneş, her zaman bir umut gibiydi, hiç sönmeyecekmiş gibi parıldayan. O çizimde, evin yanından bir nehir geçerdi, yanlarında ağaçlar olurdu. Duvarda asılı bir gaz lambası... O lambanın ışığı, akşamları karanlık çökerken evin içinde yayılır, her şeyin sıcak ve güvenli olduğu bir dünyayı simgelerdi. Hiç unutmam, o çizimlerde hep bir şey eksikti ama biz buna dikkat etmezdik.
Küçükken sokaklarda koşturur, dizlerimiz yara bere içinde kalana kadar oynardık. Karanlık çökene kadar, acıkmak nedir bilmezdik. Hava karardıktan sonra, anneler çağırmadan eve gitmek yoktu. Kapıların arkasında, komşunun bahçesinde saklanarak, sadece dostlarımızla paylaştığımız o oyunlarda kaybolurduk. Bazen öyle bir oyun oynardık ki, dünya sadece o anı yaşamak için varmış gibi hissederdik. O zamanlar, "sobe" oynamak ne kadar da eğlenceliydi, değil mi? Kimse kimseyi yakalayamaz, herkes bir adım öndeydi.
Ama dostlar, farkında mısınız bilmiyorum, hayat bizi çoktan sobeledi. O eski koşuşturmacalar, sokaklarda geçen o güzel zamanlar, artık sadece hatıra olarak kalıyor. Şimdi, arada bir bakınca, o küçük çizdiğimiz evin duvarındaki gaz lambası, o nehir kenarındaki ağaçlar, hep bir hüzün bırakıyor içimizde. Zaman, o neşeli koşuşturmaları ve dostlukları alıp götürdü. Şimdi, biraz daha sakin ve biraz daha sessiziz. Ama olsun, geçmişin o saf neşesi, içimizde bir yerlerde hala yanıyor, tıpkı o çocuksu hayallerimiz gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder