Anı yaşamak...



Bugün hastane rutinim vardı. Kontrollerimi aksatmamak gerektiğini biliyorum; sağlığıma şükrederken tedbiri de elden bırakmamam gerektiğini hatırlatıyor hayat bana. Kanserle tanıştıktan sonra yaşadığım süreçler kolay değildi: ameliyatlar, radyoterapiler… Evet, bedenimi yordu, ruhumu sınadı ama şükür ki iyiyim. Bugün de o şükür duygusuyla çıktım hastaneden.


Hastanenin hemen yanında küçük bir park vardı, dikkatimi çekti. Bir çay, simit ve biraz peynir aldım; bir de sararmış bir banka iliştim. Bank, zamanın izlerini taşır gibi tozlu ve eskiydi ama umursamadım. Her yer sonbaharın büyüsüne kapılmıştı; ağaçların yaprakları altın rengine bürünmüş, bir kısmı rüzgarla savrulup ayakların altında ezilmişti. Rüzgarın serin dokunuşu, yaprakların hışırtısı ve doğanın o sade melodisi… İşte tam orada, sararmış bir bankın üzerinde, hayatın en saf mutluluğunu hissettim.


Derler ya, kelimeler kifayetsiz kalır diye… Gerçekten öyleydi. Sanki hayat o anda, o parkta durup bana fısıldıyordu: “Bak, tüm yorgunluklarına rağmen hala buradasın. Hâlâ nefes alıyor, hâlâ güzellikleri görebiliyorsun.” Şükür duygusuyla, biraz da hüzünle karışık bir huzur yayıldı içime.


Bazı anlar vardır ya hani, öylece durursunuz ve sadece yaşarsınız… İşte bugün, o andı benim için. Bedenimin yorgunluğu, kalbimdeki huzurla dengelendi. Belki de hayatta en çok ihtiyacımız olan şey, bu tür duraklamalar; nefes aldığımızı fark ettiğimiz, varlığımızı hissedebildiğimiz anlar.


Bazen, en güzel iyileşme, bir bankta oturup rüzgarın size dokunmasına izin vermekle başlıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar