Kahvesini Yavaş İçen İnsanlar ve Benim Anksiyete Yükselten Hızım


Kahve, sabahları bana hayat veriyor. Birçok insan için de öyledir. Ama beni anlamanızı istiyorum; ben o "kahvemi yavaş yudumlayarak içiyorum, tadını çıkarıyorum" insanlarından değilim. Hayır, ben o "kafama dikeyim, hızla içeyim, hayatımı kurtarayım" tipiyim. Kahve, bana sadece enerji değil, hayatta kalma gücü veriyor.


Bir sabah, arkadaşım kahvesini içmeye başlamadan önce bana bakıp "Hadi, sakin ol. Biraz daha yavaş iç, tadını al" dedi. Cevap verdim: "Tadını alırım belki ama o zaman öğle yemeğine kadar uyanık kalamam!" Gerçekten, bu kadar çabuk bir şekilde içmek, benden başka kimseye uygun değilmiş gibi geliyor. Yavaş içen insanları izlerken, içimden sürekli "Yavaş içmek, kalp krizi riski gibi bir şey olmalı" diyorum. Sanki o kadar yavaş içmeye başladıklarında, kahvenin enerjisi zamanla kaybolacakmış gibi hissediyorum.


Bir gün, kahvemi yudumlarken bir arkadaşım dedi ki, "Bu kadar hızlı içersen, mideye de zarar verirsin." Hangi birini dinleyeyim? Bir yandan kahvemi bitirmemin verdiği rahatlık, diğer yandan "Aman Tanrım, içim nasıl yanacak?" düşüncesi… Ama nedense, bir şekilde bu 'günlük anksiyete’ rutininin bana da lazım olduğunu düşünüyorum. Bir nevi kahve içmenin verdiği o içsel huzursuzlukla, günü daha bir "yaşanabilir" kılıyorum.


Kahvemi içiyorum, adeta bir yarışa başlıyorum, sanki bitirme sürem yokmuş gibi. Yavaş içenlere ise saygı duyuyorum ama onlara bakıp "Hadi, hadi, işin bitti mi?" diye düşünmeden edemiyorum. Kahve biterken ben zaten yeni kahve için hazırlıklara başlıyorum. Gerçekten, kahve içmek bir maraton gibi. Ama en güzel yanı, bitirdiğinde "Hayatımı kurtardım" hissiyatı!


Sonuçta, belki yavaş içenlerin dünyasında huzur var, ama benim dünyamda bir kahve içmeden hayatta kalmak, imkansız!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar