Halfeti
Bazı sabahlar vardır, hani gözlerinizi açar açmaz burnunuza garip bir koku gelir. Ama öyle sıradan bir koku değil, anıların karıştığı bir özlem kokusu... Doğduğunuz toprakların, çocukluğunuzun geçtiği sokakların, eskiden her gün gördüğünüz ama şimdi yalnızca hayalinizde canlanabilen o manzaraların kokusu. İşte ben de öyle sabahlarda Halfeti’yi hatırlarım.
Bilmem bilir misin Halfeti’yi? Şanlıurfa’nın küçücük ama bir o kadar büyülü bir köşesidir. Fırat Nehri kıyısında uzanır. Çocukluğum orada geçti. Fırat’ın sesi hâlâ kulaklarımda yankılanır bazen; sessiz gibi duran ama aslında derinlerden gelen o hışırtısıyla, insana hem huzur hem de garip bir hüzün veren bir melodi... Bir nehir böyle bir duygu uyandırabilir mi, demeyin; Fırat uyandırır. Hele sabah serinliğinde, nehrin kıyısında taş evlerin arasında yürüdüğünüzde, işte o zaman anlarsınız ne demek istediğimi.
Halfeti’nin taş evleri suya karışmıştır artık. Eski Halfeti dediğimiz yer, Birecik Barajı’nın yapımından sonra sular altında kaldı. Ama inan bana, sular altında bile o kadar güzel ki… Fırat’ın yüzeyinde, hâlâ cami minareleri belirir. Nehir sakin sakin akarken, suyun yüzeyine yansıyan o eski taş duvarlar, insana geçmişin izlerini anlatır gibi olur.
Ve o güller... Dünyanın başka hiçbir yerinde bulamayacağınız siyah güller yetişir Halfeti’de. İlkbaharda açtıklarında normal bir gül gibi kırmızı görünürler, ama yaz sıcağı bastırdığında siyaha dönerler. Düşünsene, bir çiçeğin rengi bile bu kadar derin bir hikâye anlatıyor. Sadece toprağın, suyun ve nehrin uyumuyla var olabilen bir güzellik bu.
Sen hiç Halfeti’ye gittin mi? Eğer gitmediysen, sana bir sabah erken saatlerde Fırat’ın kıyısında yürümeyi tavsiye ederim. O serinliği yüzünde hisset, nehirden gelen hafif meltemin sesine kulak ver ve biraz durup hayal et... Belki o zaman ne demek istediğimi tam olarak anlarsın. Çünkü Halfeti, sadece bir yer değildir; bir duygu, bir özlem, hatta bazen bir sığınaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder