Başka insanların çirkinliği, zamanla içimizdeki güzellikleri soldurdu. İlk başta fark etmedik; güzelliklerimiz hâlâ oradaydı, ama her kırıcı söz, her haksızlık, her ihanet bir parçasını alıp götürdü. Çirkinlikler çoğaldıkça, içimizdeki o güzel duygular küçüldü, daraldı ve bir süre sonra yalnızca bir gölgeye dönüştü. O gölge de sonunda kayboldu ve insanlık dediğimiz şey, içimizden usulca çekilip gitti.


Bir zamanlar iyilik, sevgi ve empatiyle dolup taşan yürekler, artık şüphe ve öfke dolu duvarlarla çevrili. İnsanlar birbirine dokunmaktan, samimi bir gülümseme sunmaktan korkar oldu. Çünkü bir başkasının çirkinliği, iyi niyetin bir zayıflık olarak görülmesine yol açtı. İyilik, kırılgan bir narinlik gibi algılanmaya başladı; savunmasız kalmamak için insanlar kendi güzelliklerini gizlemeye ya da tamamen kaybetmeye razı oldular.


Ama gerçekten kaybettik mi, yoksa bu güzellikler yalnızca derinlere mi gömüldü? Belki de insanlık tamamen yok olmadı, sadece kendini korumak için bir süreliğine saklandı. Birinin çirkinliği, bir diğerinin umudunu öldürse de, o umut yeniden yeşerebilir. Çünkü insanlık, yok olmaktan çok, yeniden uyanmayı bekleyen bir tohum gibidir.


Her birimiz, başkalarının çirkinliklerine inat, içimizdeki güzellikleri korumaya çalışmalıyız. Belki bu zor; belki de bu, zaman zaman acı veriyor. Ama insanlık dediğimiz şey tam da bu: Kendi karanlıklarımızın ötesine bakabilmek ve her şeye rağmen güzellikleri yaşatabilmek. Çünkü insanlığın sonu, çirkinliğe boyun eğdiğimizde değil, kendi güzelliklerimizi unuttuğumuzda gelir.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar