Yoruldum...
Trafikteki bazı erkeklerin kadın sürücülere karşı sergilediği o tavırlar beni artık delirtme noktasına getirdi. Sanki direksiyonda bir kadın varsa bu onların güç gösterisi yapması için bir fırsat oluyor. Hele bir de yan koltuklarında bir kadın varsa, işte o zaman durum iyice çirkinleşiyor. O kadının yanında “güçlü” görünecek ya, seninle olan alakasız bir savaşa giriyorlar. Ne tuhaf, değil mi?
Düşünüyorum, bu davranışlar nereden geliyor? Anneden mi, çevreden mi, toplumdan mı? Ne olmuş da böyle bir eziklik duygusuna kapılmışlar? Ama işte, trafikte bu komplekslerle uğraşırken bir noktada ben hep pes eden taraf oluyorum. Haklı da olsam haksız da, “Tamam” diyorum, “Kusura bakma.” Çünkü bu saçma sapan bir tartışmaya değer mi? Değmez, ama içimde bir yer de susmayı hazmedemiyor.
Dün bir tanesi öyle bir şey yaptı ki uzun zamandır bu kadar öfkelendiğimi hatırlamıyorum. Arabasıyla öyle yaklaştı ki, tamponuyla benim arabama neredeyse değecekti. Korkutmak için mi yaptı, yoksa sadece beni sinir etmek için mi bilmiyorum ama o an kalbim resmen hızlandı. İnsan böyle anlarda tüm trafik kurallarını, mantığı, her şeyi geride bırakıp direksiyonu bırakmak, arabayı kenara çekmek ve gitmek istiyor. “Bırak her şeyi, git” diyorum kendime. Bu insan müsveddelerinden uzakta, doğanın ortasında, Tarzan gibi özgür bir hayat yaşasam daha mı huzurlu olurum acaba?
Ama sonra yine sakinleşiyorum. Kendi kendime diyorum ki, bu insanlar benim iç huzurumu bozmaya değmez. Ben kim olduğumu biliyorum. Onlar komplekslerinin, kibirlerinin ya da korkularının esiri olabilir ama ben değilim. İşte bu yüzden, bazen onları önemsememek en büyük zafer oluyor. Ama o anları yaşarken insanın gerçekten sabrı tükeniyor.
Bir de şu trafikte lüks araçlarıyla dolaşıp “dünyalar benim” havasında gezen süslü hanımefendiler var, değil mi? Hani onların hâlini görünce ne diyeceğini bilemiyorsun. Belli ki bir kısmı hayatı sadece vitrinlerden ibaret sanıyor. Ama işte burada durup hakkaniyetli olmak gerek; her kadın aynı değil. Tıpkı erkeklerde olduğu gibi, kadınlar arasında da farklı farklı profiller var.
Bazıları gerçekten saygılı, duyarlı, nezaket içinde araç kullanan insanlar. Eğitimli ya da eğitimsiz olmalarının bir önemi yok; mesele insanlıkta bitiyor. Trafikte, kurallara uyan, başkalarını da düşünen kadın sürücüleri gördükçe içim ferahlıyor. Ama bir de o diğer tipler var: Yanında kocası ya da babası sayesinde altına çekilmiş lüks bir araç, fakat ne trafik kurallarından haberleri var, ne de başka sürücülere saygıları. Yan aynalardan bir bakıyorsun, dünyaya tepeden bakar gibi bir tavır... Hele bir hata yaptıklarında asla özür dilemezler; çünkü özür dilemek onların dünyasında zayıflık demek.
Şimdi, trafikteki erkek magandalarını konuşuyoruz diye her şeyi onların üzerine yıkmak da doğru değil. Çünkü kibir sadece bir cinsiyete ait değil, değil mi? Trafikte güç gösterisi yapan erkekler de var, kibirli davranan kadınlar da. İnsan bazen düşünüyor; bu kibir nereden geliyor? Bütün bunlar, aslında insanın içindeki huzursuzluğun dışa vurumu gibi. Arabaları, makyajları, gürültülü tavırlarıyla üstün olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar ama aslında kendilerini kandırıyorlar.
Ben bazen bu tür insanlara sinirlenmek yerine acımaya başlıyorum. Çünkü onların bu tavırları, içlerinde ne kadar eksik ve tatminsiz olduklarının göstergesi gibi geliyor bana. Belki de kendi içimdeki huzuru korumanın bir yolu bu: “Bırak, sen kendi yolunda git. Onlar kendi karmaşalarının içinde kaybolsun,” diyorum kendime. Ama tabii ki bu, her zaman kolay olmuyor. Trafikte bir maganda ya da kibirli bir insanla karşılaşınca bazen sabrın tükeniyor, değil mi?
Mesele şu: Trafik, insanın gerçek karakterini ortaya çıkarıyor. Kimisi saygısıyla, nezaketiyle hayranlık uyandırıyor, kimisi ise kibir ve öfke dolu davranışlarıyla tam bir hayal kırıklığı. Ama biz hangisini seçeceğiz? Sanırım bu, bizim kim olduğumuzu belirliyor.
Bu kibirli ve manipülatif tavırların kökleri çocuklukta atılıyor. Hatta o kadar erken başlıyor ki, çocuklar daha anaokulundayken bile bazıları arkadaşlarını baskı altına almayı, yönlendirmeyi öğreniyor. Bu durum ilk bakışta masum bir çocuk davranışı gibi görünebilir, ama aslında gelecekteki kişilik yapılarının temelleri o küçük yaşlarda atılıyor.
Özellikle sınıfta dikkat çeken, popüler olmak isteyen çocuklar, bazen diğerlerine hükmetme ya da onları kendi istekleri doğrultusunda yönlendirme çabasına giriyor. Bu baskıcı tavırlar, çevrelerinden gördükleri davranışların bir yansıması aslında. Çünkü çocuklar, önce ailelerini izler. Anne babanın başkalarına nasıl davrandığını, tartışma anlarında nasıl tepki verdiklerini ve hatta diğer insanlara karşı kullandıkları dili taklit ederler. Eğer bir çocuk, otorite kurmanın ya da manipüle etmenin “güçlü olmak” anlamına geldiğini öğrenirse, bu alışkanlıkları sınıf ortamına da taşır.
Düşünsene, daha anaokulunda, “Sen benimle oyun oynamazsan kimse oynamaz,” gibi cümlelerle başlayan bu tür davranışlar, aslında ilerideki kibirli ve baskıcı bireylerin ilk işaretleri oluyor. İlkokula geçtiklerinde, bu çocuklar sadece arkadaşlarını değil, bazen öğretmenlerini bile manipüle etmeye çalışıyorlar. Ödevleri yapmadıkları halde kendilerini haklı göstermeye çalışanlar, sırayı kapmak için diğerlerini itenler, hatta başarısızlıklarını başkalarına yükleyenler… Bunlar aslında bir uyarı niteliğinde.
Tabii ki bu her zaman çocuğun suçu değil. Ailelerin, özellikle de “Her dediği olsun” tavrıyla yetiştirilen çocukların, bu tür davranışları sergileme oranı daha yüksek. Çünkü onlara sınır konulmamış, empati öğretilmemiş. Kendi isteklerini merkeze koymayı öğrenmişler ama başkalarının duygularını anlayıp saygı göstermeyi öğrenememişler. Ve bu çocuklar, büyüdüklerinde trafikte, iş hayatında ya da günlük hayatta o baskıcı, kibirli insanlara dönüşüyor.
Oysa çocukluk, en saf halimizle hayata başladığımız dönem. Eğer doğru yönlendirilirlerse, çocuklar paylaşmayı, empati kurmayı ve adil olmayı öğrenebilir. Bunun için ailelerin ve öğretmenlerin sadece çocukların başarılarına değil, duygusal gelişimlerine de odaklanması gerekiyor. “Başarı” odaklı bir yetiştirme tarzı, çocukların kibirli ve manipülatif bireylere dönüşmesine zemin hazırlıyor.
Belki de şunu hatırlatmak gerekiyor: Çocuklara güç gösterisinden daha önemli bir şey öğretmeliyiz; o da saygı ve nezaketin gerçek güç olduğudur. Çünkü bir gün, o küçük manipülatörler büyüyecek ve bu dünya onlardan çok daha fazla zarar görecek. Ama aynı zamanda o dünyanın, duyarlı ve nazik insanlara her zaman ihtiyacı olacak. İşte bu yüzden çocuklarımıza “güçlü” değil, “iyi” olmayı öğretmek bizim sorumluluğumuz.
Yorumlar
Yorum Gönder