Kadın dediğin, ruhunda bir çocuğun masumiyetini, aklında ise bir bilgenin olgunluğunu taşır. Hayata baktığında, o masum çocuk gibi hayaller kurar; her şeye merakla yaklaşır, içten güler, insanın içine umut doldurur. Ama gerektiğinde, aklının rehberliğinde durup düşünür, karar verir, yol gösterir. O, bu dengeyi sağladığında hayatın gerçek anlamını yakalar.
Biraz deli olmalı kadın; sıradanlığı yıkacak cesareti, hayatı renklendirecek enerjiyi içinde taşımalı. Ama bu delilik, düşüncesizce değil, tam tersine, ruhunun özgürlüğünden gelen bir cesaret olmalı. Çılgınlıklarıyla hem kendini hem çevresindekileri şaşırtmalı; monotonluğu dans ettiren bir müzik gibi dağıtmalı. İçindeki bu kıpırtı, hayata tutkuyla bağlı olduğunun bir göstergesidir aslında.
Ve yeri geldi mi, hanım ağa gibi dimdik durmayı da bilmeli kadın. Hayatın getirdiği zorluklara meydan okumalı; kararlarıyla, duruşuyla çevresine güç vermeli. Ama bu güç gösterisi, sertlikle değil, ruhundaki bilgelik ve şefkatle harmanlanmalı. İnsanı sarsan değil, sarmalayan bir güç olmalı bu. Çünkü kadının gücü, hem sevilir hem de saygı duyulur olmasından gelir.
Kadın, aslında bir denge sanatıdır. Hem hayata ciddiyetle bakan bir yetişkin, hem de o ciddiyetin içinde saklanan bir çocuktur. Onun içinde farklı renkler, farklı duygular, farklı hikayeler vardır. İşte bu çeşitlilik, bu zenginlik, kadını gerçek bir şaheser yapar. Ve böyle bir kadın, sadece hayatın değil, insanın da en kıymetli parçasıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder