Atların doğasında, sınırlarını zorlamak gibi bir özellik var. Yorulduklarını fark etmiyorlar, durmaları gerektiğini bile anlamadan koşmaya devam ediyorlar. Bu durum bazen trajik bir sonla, yani hayatlarının tükenmesiyle sonuçlanabiliyor. İşte bu bilgi, bana bizim fedakârlık yaparken kendi sınırlarımızı nasıl göz ardı ettiğimizi hatırlattı. Özellikle sorumluluk bilinci yüksekse, çevresindekilere destek olmayı görev edindiysek  bu eğilim çok daha belirgin.

Bazen kendimizi başkalarının ihtiyaçlarına o kadar adıyoruz ki, durup kendi durumumuzu sorgulamayı unutuyoruz. “Biraz durmalı mıyım? Benim de dinlenmeye, yenilenmeye ihtiyacım var mı?” gibi sorular bir türlü aklımıza gelmiyor. Çünkü bir noktada, “Devam etmek zorundayım” düşüncesi içselleşiyor. Ancak bu düşünce, tıpkı o atların yorulmayı hissetmemesi gibi, bizi de sınırlarımızın ötesine taşımaya başlıyor. Ve bu sınırlar aşıldığında, ne yazık ki telafisi zor sonuçlarla karşılaşabiliyoruz: Fiziksel yorgunluk, tükenmişlik sendromu, duygusal kopukluk ya da ciddi sağlık sorunları.

Fedakârlık, insana derin bir tatmin duygusu verir; bu yadsınamaz. Birine yardım etmek, destek olmak ya da bir sorunu çözmek, kişinin kendine olan güvenini ve değerini artırır. Ama bu tatmin duygusunun, kendimizi ihmal edecek kadar bizi körleştirdiği bir noktada, artık faydadan çok zarar getirdiğini görmek gerekiyor. Çünkü insan, önce kendi dengelerini sağlamalı ki başkalarına da gerçek anlamda faydalı olabilsin. Bir bardaktan başka bir bardağa su koyabilmek için önce o bardağın dolu olması gerekir. Ama biz çoğu zaman bu temel gerçeği unutuyoruz.

Kendi sınırlarını tanımak, neyin mümkün olup neyin olmadığını anlamak, aslında bir zayıflık değil, aksine bir olgunluk göstergesidir. Sınırları bilmek, ne zaman “hayır” demek gerektiğini öğrenmek, fedakârlığın anlamını da derinleştirir. Çünkü sürekli veren bir insanın bir noktada tükenmesi kaçınılmazdır ve tükenen bir insan artık ne kendine ne de başkalarına fayda sağlayabilir.

Belki de burada yapılması gereken şey, fedakârlık anlayışımızı yeniden tanımlamaktır. Fedakârlık, kendini feda etmek değil, dengeli bir şekilde paylaşmaktır. Kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmeksizin başkalarına destek olabilmektir. Çünkü unutmayalım, hepimiz sınırlı enerjilere sahibiz. Ve bu enerjiyi doğru kullanmak, hem kendimize hem de çevremize karşı bir sorumluluktur.

Atlar gibi yorulmayı hissetmeden koşmaya devam etmek bir erdem değil, tehlikeli bir alışkanlıktır. İnsan olmanın güzelliği ise bu dengeyi bulabilmekte yatar. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar