Benim evimde, sonrasına saklanmış, misafiri bekleyen, bir köşede özenle duran özel bir eşya bulamazsınız. Her şey günlük hayatımın bir parçası, her şey benimle yaşıyor. Çünkü düşünüyorum da, bir eşyanın bizden uzun yaşayacağı zaten kesin. Öyleyse, neden onları hayatımızın arka planına saklayalım ki?


Ne zaman dolapta saklanmış bir tabak, vitrinde bekleyen bir bardak görsem, hep aynı şeyi düşünürüm: Bu kadar güzel bir şeyi neden kendimiz için değil de başkası için saklıyoruz? Sanki kendi hayatımız, o eşyaları kullanmaya yetmeyecek kadar sıradanmış gibi... Halbuki en güzel şeyleri, önce kendimize armağan etmeliyiz. Çünkü yaşam, beklemek için değil, anı yaşamak için var.


Hepimize öğretilmiş bazı alışkanlıklar var. Misafir için ayrılan yemek takımları, sadece özel günlerde kullanılan örtüler… Ama neden sıradan bir günü özel bir güne çevirmeyelim ki? Neden sabah kahvemizi, o çok sevdiğimiz porselen fincandan içmeyelim? Ya da sıradan bir akşam yemeğinde, en şık tabaklarımızı sofraya çıkarmayalım? Çünkü hayat, o misafirin gelmesini beklerken geçip gidiyor.


Kendimize değer vermek, sadece büyük şeylerde değil, böyle küçük seçimlerde de gizli aslında. En güzel kıyafeti giydiğimizde, en sevdiğimiz parfümü sıkıp dışarı çıktığımızda, ya da çok değer verdiğimiz bir eşyayı "Bugün benimle olsun" dediğimizde... Tüm bunlar, kendimize "Sen değerlisin" demenin bir yolu.


Eşyalar bir gün kırılır, eskir, modası geçer. Ama biz, kendi yaşamımıza kattığımız o küçük mutluluklarla her gün yeniden değer kazanırız. İşte bu yüzden, önce kendimizi mutlu etmekten, kendi hayatımızı güzelleştirmekten çekinmeyelim. Çünkü en güzel fincan, en güzel tabak ya da en güzel anılar… Hepsi, önce bizim için olmalı.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar