Geçenlerde internette gezinirken önüme bir video düştü, "Her hak helal edilmez" diyordu. O kadar kısa, o kadar net bir cümleydi ki, bir anda durup düşünmeye başladım. Gerçekten de ne kadar anlamlı bir söz. Çünkü hayatımız boyunca hep şu öğretilerle büyütüldük: “Affetmek büyüklüktür, kin tutmak insana zarar verir, helal et ki Allah'da sana her zaman yardım etsin.” Bunlar elbette doğru ve güzel değerler. Ama insanın yüreğinde derin izler bırakan o kırgınlıklar ne olacak?

Bazı insanlar vardır, arkalarında enkaz bırakır. Sözleriyle, davranışlarıyla ya da bizzat varlıklarıyla incitir, kırar, dökerler. Hatta öyle zamanlar olur ki, o kırgınlıklar yüzünden uykularımız kaçar, içimize bir yangın düşer. Ama onlar hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam eder. Ve gün gelir, bir gün bir yerlerde karşılaşırsınız, pişmanlık duyar gibi görünürler, belki de gerçekten pişman olurlar. Ellerini uzatıp “Hakkını helal et” derler.

Biz ne yaparız o zaman? Çoğunlukla affederiz. Çünkü vicdanımız affetmeyi büyük bir erdem olarak görür. Kalbimizi biraz yumuşatır, “Belki de hatasını anlamıştır” deriz. Ama işte burada sorulması gereken bir soru var: Affetmek bizi büyütür mü, yoksa bir kez daha yorar mı? Çünkü her af, her helal etme, bir parça da bizim içimizden bir şey alıp götürür.

Asıl mesele şudur: İnsanları affedebiliriz, ama Allah affeder mi? Yüce Yaradan, kul hakkını ne kadar büyük bir mesele olarak görüyorsa, bizim de bu konuda biraz daha düşünmemiz gerekmez mi? Her hak, helal edilmek için yaratılmamıştır. Bazen affetmek, kişinin kendi ruhunu hafifletir. Ama bazı haklar vardır ki, helal etmek değil, o kişinin o yükle yüzleşmesine izin vermek daha adildir. Çünkü belki de yaşadığı pişmanlık, onun gerçek anlamda değişmesine vesile olacaktır.

O yüzden “Her hak helal edilmez” sözü, sadece bir sınır çizmek değil, aynı zamanda bir adalet çağrısıdır. Affetmek her zaman doğru değildir; bazen hak ettiği kadarını yaşamalarına izin vermek en doğru olanıdır. Çünkü her şeyden önce, adaletin yerini bulması gerekir.

Gelelim ayıp olmasın konusuna... Düşünsene, hayatımızın büyük bir kısmı “Ayıp olmasın” diye şekilleniyor. Eşe ayıp olmasın, dosta ayıp olmasın, akrabaya ayıp olmasın... Hatta bazen hiç tanımadığımız insanlara bile ayıp olmasın diye kendimizi sıkıyoruz. Ama günün sonunda ne oluyor? Kime ayıp oluyor dersin? Tabii ki kendimize!

Kaç kere, sırf birilerinin gönlü olsun diye kendi isteklerimizden vazgeçtik? Kaç kere yapmak istemediğimiz bir şeyi sırf başkası alınmasın diye yaptık? Ve kaç kere, “Ben de buradayım” demek isterken sustuk? İşte tüm bu fedakârlıklar bir kenara bırakmanın zamanı geldi. “Ben neden hep kendimden ödün veriyorum?” diye düşünün.

Elbette hayat paylaşmakla, sevdiklerimize destek olmakla güzelleşir. Ama bu paylaşımın bir sınırı olmalı, değil mi? Kendimizi sürekli ikinci plana atarak yaşamak, bizi hem yıpratıyor hem de zamanla tükenmiş hissettiriyor. Çünkü herkes mutlu olurken, bizim içimizde bir yer eksik kalıyor.

Artık bize ayıp olmasın sevgili dostlar. Kendimizi de bir düşünelim. Biraz bencil olmanın zararı yok. Hayallerimiz, isteklerimiz, mutluluğumuz için adım atalım. Çünkü ancak kendimize değer verdiğimizde, gerçekten başkalarına da faydalı olabiliriz. Unutma, içindeki huzuru kaybetmiş bir insan, kimseye huzur veremez. 

Şimdi oturup bir düşün: Bu hafta, sırf başkasına ayıp olmasın diye yaptığın şeyler neler? Kaç tanesi seni mutlu etti? Ve kaç tanesi seni yordu? Belki de artık bazı şeylere “Hayır” deme zamanı gelmiştir. Çünkü sen de en az başkaları kadar değerlisin. Haydi, bundan sonra kendimiz için yaşayalım, kendi hayatımıza “Ayıp olmasın” diyelim!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar