Kanser tedavisi görüp, üzerine psikiyatriden yardım almak mı? Eh, hayat bazen size öyle bir tokat atıyor ki, dönüp "Tamam, hayatım, sen kazandın. Ben artık gevşiyorum," diyorsunuz. Tedavi sürecim bittiğinde, kendimi bir tür final boss'u yenmiş gibi hissettim. Ama işte o an, hayatın "Dur bakalım, bu daha fragman!" dediğini fark ettim. Hadi gelin, size bu süreçten bahsedeyim.

Psikiyatr koltuğu… O koltuğa oturduğum an, kafamdaki sesler bir anda toplandı. "Sakın her şeyi anlatma, rezil olursun!" diyen iç sesimle, "Her şeyi dök, belki sana kahve ısmarlar," diyen diğer ses arasında sıkışıp kaldım. Doktor gülümseyerek sordu: "Peki, nasılsınız?" Bu basit soru beni o kadar afallattı ki cevap verirken ‘tedavi gören kimdi, doktor kimdi’ karıştı. "Ben iyiyim, ama ruhum biraz şüpheleniyor," dedim.

Doktorun tavrı o kadar rahattı ki, benim gibi "Her şeyi ciddiye al" modunda yaşayan birine tokat gibi geldi. "Bak," dedi, "Hayat zaten karışık. Her şeyi kafana takarak sadece kendine işkence ediyorsun. Biraz rahatla." Rahatlamak mı? Pardon ama hayat beni 'Sıkıntılara Yüksek Dayanıklılık Programı' ile eğitmiş. Rahatlamayı unuttum!

Doktor, şakacı bir ifadeyle, "Ruhunun biraz şüphelenmesi gerek," dedi. İlk başta, ne demek istediğini anlamadım. Ama zamanla anladım ki, her duruma, her olaya büyük anlamlar yüklemek, ruhu yoruyor. Bazen ruhunuza şunu demek lazım: "Bak, birileri yanlışlıkla sana dert yollamış. Ama iade kargosu açık. Gönder gitsin!"

Gerçekten de her gün hayatın dert kutusundan çekiliş yapmak zorunda değiliz. O gün sıkıntı mı gelmiş? "Hayır, teşekkürler, kalsın." deme lüksünüz var. Zaten dünya, dertleri bitmek bilmeyen bir kara delik gibi. Neden bir de siz ekstra yük taşıyasınız?

Psikiyatriden aldığım en büyük ders şu oldu: "Kafaya takmak, taş bağlayıp denize atlamak gibi bir şey. Hiçbir işe yaramıyor ama seni dibe çekiyor." Ve evet, bunu anlamak biraz zaman aldı. Çünkü kafaya takmak bizden sorulur! "Yahu, o benim hakkımda böyle mi dedi?" diye gece üçte uyanıp beş bölüm dizi izledikten sonra tekrar kafaya takabilen biriyim ben. Ama doktorun bir tavsiyesi vardı: "Olanı olduğu gibi kabul et ve kendini sev." Eh, bu işin de pratiğini yapıyorum. Şimdilik sevimli kedi videoları izleyerek idare ediyorum.

Şimdi soracak olursanız, "Kanser tedavisinden sonra hayat nasıl?" diye… Cevap basit: "Daha az takıyorum, daha çok gülüyorum." Çünkü en sonunda fark ettim ki hayat, deli gibi ciddiye aldığınız bir tiyatro oyunu değil. Bazen sahneye çıkıp doğaçlama yapmak gerekiyor. Yanlış yapsanız da kimse fark etmiyor, çünkü herkes kendi rolüne o kadar odaklanmış ki sizin saçmalıklarınızı umursamıyor.

Sonuç mu? Artık "İstediğin gibi yaşa" modundayım. Arada bir hâlâ kafaya takıyorum, ama en azından bunu artık bilinçli yapıyorum. "Bu hafta kendimi bir konudan dolayı hırpalasam mı acaba?" diye düşünüyorum. Ama genelde "Boş ver!" diyip bir kahve yapıyorum.

Hayat kısa. Ruhum şüpheci olsa da, ben artık fazlasıyla gevşemiş durumdayım. Yani, sıkıntı kargosu gönderiyorsanız adres değişti!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar