HAKLI OLMAK MI MUTLU OLMAK MI Haklı olduğumuzu düşündüğümüzde ya da bir konuda karşımızdakini ikna etmeye çalıştığımızda, sözlerimizin gücüne güvenmeliyiz. Doğrudan sesimizi yükseltmek,karşımızdakini baskılamak, manipüle etmek kaçış yoludur. “Sesini değil sözünü yükselt; çiçeği büyüten yağmurdur, gök gürültüsü değil.” demiş Şems! Sesini yükseltmek, çoğu zaman karşımızdakine zorbalık yapmak anlamına gelir. Bu durum, bir güç gösterisi ya da üstünlük kurma çabasıdır. Oysa asıl önemli olan, ne söylediğimiz ve bunu nasıl ifade ettiğimizdir. İnsanlar, bağırarak değil, sakin ve anlamlı bir şekilde konuşulduğunda daha çok etkilenirler. Bağırmak, genellikle bir çaresizlik belirtisidir. Kendi düşüncelerimizi ve duygularımızı yeterince iyi ifade edemediğimizde, sesimizi yükselterek durumu kontrol altına almaya çalışırız. Ancak, bu yöntem genellikle ters teper. Karşımızdaki kişi, savunmaya geçer ve aramızdaki iletişim tamamen kopabilir. Öte yandan, sakin ve mantıklı bir şe...
Kayıtlar
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
1 Şubat Günü, Bir Hayal Gerçeğe Dönüşürken Saatimi sabah 9’a kurmuştum ama, 8:30’da çoktan ayaktaydım. Belki de içimde, bugünün hayatımdaki önemli dönüm noktalarından biri olacağını sezen bir taraf vardı. Uyandım, ilk iş sıcak bir duş aldım. Kahvaltı yapma gereği duymadım, zaten pek alışkanlığım da değildir. Sadece her zamanki gibi kekik çayımı içtim, 20 yıldır kullanmaya alıştığım tansiyon ilacımı yuttum ve günüme başladım. Seferihisar’dan Fahrettin Altay’a doğru yola koyuldum. Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra tramvaya bindim. Durağım "Hocazade Camii"ydi. Orada inip Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne yöneldim. İçimde tatlı bir heyecan vardı ama bunu hissetmek için bile pek vaktim yoktu. Günüme odaklanmıştım. Börek ve Sabah Çayı Yürürken bir anda börek yeme isteği geldi içime. Belki de bugün iyi bir şeyler olacağını içten içe hissettiğimden, kendimi küçük bir ödülle şımartmak istedim. Bol peynirli, sıcak bir börek ve yanında demlenmiş çay… O anın tadını çıkardım. Sadece b...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Güçlü Görünmek, Kırılgan Hissetmek Beni tanıyan herkes gözünde şöyle bir imaj çizer: Dağları aşmış, yabani hayvanlarla boğuşmuş, fırtınaları atlatmış ve düze inmiş biri… Sanki hiçbir felaket beni sarsamaz, hiçbir zorluk beni pes ettiremez gibi düşünüyorlar. "O çok güçlüdür, onun yardıma ihtiyacı yoktur," diyorlar. Öyle mi gerçekten? Peki ya ben? O güçlü görünen insanın içinde neler olup bittiğini kimse biliyor mu? Bazen bir rüzgar esse devrilecek gibi hissediyorum. Kimi zaman içimde kopan fırtınalar dışarıdan bir esinti bile olarak görünmüyor. Ama bilirsiniz işte, bazı insanlar hep dimdik durmak zorundadır. Çünkü bir kez düşerlerse, kimse el uzatmaz. İnsanlar yardım istemeye alışık olmayan birine yardım etmeye de yanaşmazlar. "O zaten güçlüdür," deyip geçerler. Ama şunu bilin: Güçlü olmak, hissetmemek demek değildir. Ağır darbeler yediğimde de canım acıyor, yorulduğumda da dinlenmek istiyorum. Sadece bunu belli etmiyorum, çünkü bana "Sen yaparsın," demeye...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Hayat Kısa, Hak Edenlere Sövün Bak canım, sabır falan güzel şey ama bazıları gerçekten hak etmiyor. Hani derler ya, "Suskunluğum asaletimdendir" falan… Yok, öyle bir şey. Bazı insanlar susunca anlamıyor. Açık açık, tane tane anlatman gerekiyor ki anlasınlar ne halt yediklerini. Mesela birine iyilik yapıyorsun, sırtını dönüyorsun, bir bakıyorsun arkandan konuşuyor. Ne yapacaksın? “Ah canım ya, Allah affetsin” mi diyeceksin? Yok ya! Bas küfürü, bırak içini rahatlatsın. Hayır, bilim de destekliyor bunu bak. Küfretmek stres azaltıyormuş. Sen sağlığına iyi bakıyorsun aslında! Ama tabii ki her önüne gelene sövme. O zaman kıymeti kalmaz. Hak edene, tam yerine, ölçülü ve sanatsal bir şekilde. Küfür dediğin de bir sanattır sonuçta. Herkes beceremez. Öyle düz odun gibi küfretmek yok. İçinde biraz mizah olacak, biraz zeka parlayacak. “Aptal” demekle yetinmek mi? Hayır. “Aklın olsa boşa gitmezdi” diyecek, hem düşündüreceksin hem vuracaksın. Zaten hayat kısa. Bir de içinde tutup stres ya...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Bizim evde bir yer vardı, yük yeri derlerdi ona. Duvarın içine oyulmuş, kapaksız bir dolap gibi… Ama kapak yerine ince bir perde vardı. O perdeyi aralayınca içi loş olurdu, biraz gizemli, biraz da heyecan verici. İşte tam orada, en köşede, annemin sandığı dururdu. Ah o sandık! Benim gözümde sırlarla doluydu. O kadar merak ederdim ki içindekileri, boyum uzasa da bir gün kapağını kaldırıp içine baksam diye hayaller kurardım. Büyümek istememin tek sebebi bile olabilir o sandık! Annem açınca göz ucuyla bakmaya çalışırdım ama hemen geri kapatırdı. Sanki içinde dünyanın en büyük sırrı saklıydı. Acaba neler vardı içinde? Belki de düğününde giydiği dantel işlemeli duvağı, lavanta kokan beyaz bir geceliği... Bir kenarda eski, solmuş mektuplar... Kartpostallar... Bir ipek mendil olmalıydı, belki gözyaşlarını sildiği… Bir de bebekliğimden kalma minik patikler, sararmış bir kundak… Sandığın en diplerinde büyüklerin bahsettiği, ama benim hiç görmediğim siyah beyaz fotoğraflar. Belki dedeml...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Evde Yemek İşine Girişim ve Çıkışım: Dolma Kadar Dertli Hikâyem Sevgili dostlar, hayatımda birçok şeye el attım ama en lezzetli maceram, evden yemek yapıp satmaya karar verdiğim o dönemdi. "Evden Getir Yemek" furyası patlamış, ev hanımları mutfaklarını ticarethaneye çevirmişti. Dedim ki, "Bu iş tam benlik!" Çünkü mutfağımda kendi yediğimden başkasını başkasına sunmam. Zeytinyağım birinci sınıf, baharatlarım Gaziantep'ten, isotum Urfa'dan, her şey doğal ve kaliteli. İçli köfte, dolmalar, sarmalar... Öyle güzel işler çıkardım ki ilk başlarda müşterilerim bayıldı! Ama sonra bir şeyler oldu. Siparişler azalmaya başladı, sonra eleştiriler geldi. Meğer benim dolmalar "fazla pahalıymış" ve "çok kalın sarılıyormuş." Lütfen! Bizim oralarda dolma dediğin içi bol olur, kuru yaprak çiğnemek değildir. Zaten dolmanın amacı sadece yaprağı değil, iç harcın lezzetini de tatmaktır. Ama gel de anlat... Beni en çok güldüren de şu oldu: Oturduğum site lüks m...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Gerçek, Hikayeyi Aştı Çocukluğumda, Pazar akşamlarının ayrı bir yeri vardı. O günler, evde toplanan kalabalığın yarattığı curcunayla, televizyon karşısında yaşanan küçük bir şölen gibiydi. Dallas dizisi, hayatımıza farklı bir heyecan katmıştı. Ancak, diziden önce her zaman haberler izlenirdi. Evde çıt çıkmaz, herkes büyük bir dikkatle ekrana kilitlenirdi. Özellikle babam ve komşularımızın erkekleri, haberleri neredeyse bir ayin ciddiyetiyle takip ederdi. Ben de babamın kucağına sokulur, o karmaşık haberlerin ne anlattığını anlamaya çalışırdım. Haberler beni ürkütürdü. Ekranda anlatılanlar, bir çocuğun dünyasında korkunun tohumlarını serperdi. Ama Dallas başladığında her şey değişirdi. Çaylar hazırlanır, dizinin kahramanları hakkında hararetli tartışmalar başlardı. Her kafadan bir ses çıkar, kimisi J.R.'ın kurnazlıklarına hayran kalır, kimisi ondan nefret ederdi. Bir defasında, dayanamayarak anneme sordum: “Anne, J.R. neden bu kadar kötü?” Annem, gülümseyerek, “Kızım, bu bir film. ...