Anne Baba: Özlemle Urla’ya doğru yola çıktığım sabah, gökyüzü gri bir örtüye bürünmüştü. İnce bir yağmur süzülüyordu yeryüzüne; ne yoran ne de dindiren bir yağmur. Arabamın camına usulca vuran damlalar, kalbimin derinliklerinde susturduğumu sandığım acılara bir çağrı gibiydi. Yolculuklar insanı ferahlatır derler ama bazen ferahlık, acının yüzeye çıkmasıyla gelir. Bugün de gün de öyle oldu. Bir şarkı çalıyordu radyoda, tanıdık ve dokunaklı bir melodi. Yağmur ve o şarkı, birlikte kalbimin derinliklerine işledi. Bazen böyle anlar olur, değil mi? Nereden geldiğini, nasıl vurduğunu anlayamadığın o eski duygular… Kalbime gömdüğüm bir yara, bir anda canlanıverdi. Anne baba özlemi… Hiç dinmeyen, zamanla yalnızca şekil değiştiren bir özlem. Ama işte o an, gözlerimden süzülen yaşlar yağmura karışırken bir şey fark ettim. Canım, sanki onlar hiç gitmemiş gibi. Onlar her zaman gölgeleriyle, melek kanatlarıyla yanı başımda gibiler. Bu düşünce hem içimi sızlattı hem de garip bir huzur verd...
Kayıtlar
Kasım, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Rüyalar: Gece Zihnimizin Fısıldadıkları Rüyalar, sanki beynimizin gece vardiyasına geçen gizli ajanları gibi. Gün boyu yaşadığımız duygular, düşünceler ve hatta farkında olmadığımız endişeler, gece perde arkasından çıkıyor ve bize mesajlar vermeye çalışıyor. Ama şu soru akıllara takılıyor: Rüyaları ne kadar ciddiye almalıyız? Biliyor musun, rüyalar aslında bizim iç dünyamızın bir aynası gibi. Zihnimiz, bazen çözülmemiş sorunlarımızı ya da bastırdığımız duyguları bize bir hikaye gibi sunuyor. Mesela, tekrarlayan bir rüya görüyor musun? Bu, beyninin sana “Bak, bu konuyu çözmelisin” demesi olabilir. Ya da bir yakınını rüyanda gördüğünde, bu onların sana rehberlik ettiğini düşündürebilir. Belki de sadece onların hatıralarının sende hala güçlü bir etkisi olduğunu gösteriyordur. Şunu unutmamak lazım: Rüyaların yorumu tamamen kişisel bir süreçtir. Aynı sembol, farklı insanlar için bambaşka anlamlar taşıyabilir. Örneğin, birisi için deniz huzur anlamına gelirken, başka biri için bilinmeye...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Fazla Verici Olmak: Kendini Kaybetmeden Yardım Etmek Biliyor musun, fazla verici olmak dışarıdan bakıldığında çok olumlu bir özellik gibi görünebilir. İnsanlar seni seviyor, takdir ediyor; ama bir de madalyonun öteki yüzü var. Kendi ihtiyaçlarını bir kenara bırakıp sürekli başkalarını mutlu etmeye çalışmak, bir süre sonra seni yorar, hatta tüketir. Bir noktadan sonra “Ben neredeyim?” diye sormaya başlarsın. Bu tür bir davranış, genelde başkalarının onayını kazanma ihtiyacıyla, “Hayır” diyememe sorunuyla ya da sınır koymada zorlanmakla ilişkilidir. Tabii ki yardım etmek güzel bir şey, ama ya bu yardım seni mutsuz ediyorsa? İşte o zaman bir durup düşünmek gerek. Çünkü başkalarına destek olurken kendi mutluluğunu feda etmek, uzun vadede kimseye iyi gelmez. Peki, bunun önüne nasıl geçebilirsin? İlk adım, kendi sınırlarını belirlemek. Ne kadar verebileceğini, nerede durman gerektiğini bilmek çok önemli. Unutma, her “Hayır” dediğinde aslında kendine “Evet” diyorsun. Bu, bencillik değil....
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Kendi Hayatının Mimarı Olmak Hepimiz kendi yaşam hikayemizin kahramanıyız. Yaşadığımız her deneyim, hayatımızın tuvaline işlenmiş birer mozaik parçası gibi. Zor zamanlardan geçtik; sevinçle dolup taşan anlar yaşadık ve kimi zaman bu mutluluklara kapılıp sarhoş olduk. Ancak tüm bu inişler ve çıkışlar, bizi biz yapan ve direncimizi, esnekliğimizi besleyen bir yolculuğun parçasıydı. Kim olduğumuz, sadece geçmişte yaşadıklarımızla tanımlanamaz. Bugün aldığımız kararlar ve yarın hayal ettiklerimiz de bu hikayenin ayrılmaz parçalarıdır. Hayattan öğrendiklerimiz, deneyimlerimiz ve arzularımız bizi eşsiz kılan detaylardır. Zaman bir nehir gibi akıp giderken, her bir an bizi daha da zenginleştirir, şekillendirir ve büyütür. Yaşam, sadece bir varoluş mücadelesi değil, aynı zamanda keşiflerle dolu bir keyif yolculuğudur. Bu yolculukta bizler hem yönetmen, hem rehber, hem de tasarımcıyız. Geleceğimiz, bugün yaptığımız seçimlerin yansımasıdır. Bu nedenle, kendi değerimizin farkına varmalı, tutkular...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Hayatı Hafifletmek Yıllarca lazım olur diye biriktirdiğim her şey, bir gün geldi ve anladım ki, aslında hiç de o kadar önemli değilmiş. Çekmecelere tıkıştırılan küçük notlar, asla lazım olmadı diye atmaya kıyamadığım eski kablolar, bir gün okurum diye sakladığım kitaplar… Hepsi birer yük olmuş aslında. Ve işin acı tarafı, bu sadece eşyalarla sınırlı değil. İnsanlar da böyle. Yıllarca hayatımda tutmaya çalıştığım, belki bir gün gerçekten "lazım" olur dediğim insanlar da varmış. Ama 50 yaşıma geldiğimde fark ettim ki, onların da çoğu aslında lüzumsuzmuş. Belki sen de yaşadın bunu. Hani dost dediklerin var ya, bir gün arkana dönüp baktığında, o dostlukların sadece senin çabanla sürdüğünü fark ediyorsun. Sen bağ kurmaya çalışmışsın, sen taşımışsın. Ama karşı tarafta aynı özveriyi hiç görmemişsin. Yine de “olur ya, bir gün iyi bir şey paylaşırız” diye onları hayatında tutmuşsun. Zamanla görüyorsun ki, o gün hiçbir zaman gelmeyecek. Eşyalar kolay; bir gün karar veriyorsun, ayıklı...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Sevgi ve şefkatten yoksun ilişkilerden uzak durun. Çünkü cimrilik sadece para ve maddiyatla sınırlı değil, duygularımızda da olur. Bunu unutmayın. Duygularını gösteremeyen, içini dökemeyen insanlardan kaçınmak gerek. Bu tür bir ilişki zamanla sizi ruhsal olarak tüketir. Bir insan ne kadar “iyi” olursa olsun, duygularını paylaşmakta zorlanıyorsa, o ilişki aslında eksik kalır. Hayatta en değerli şey, hissettiklerimizi birine anlatabilmek, o kişiye kalbimizi açabilmektir. Ama bu, karşı tarafın da kalbini size açmasıyla anlamlı olur. Duygularını gizleyen, sevgisini göstermekten kaçınan insan, size hiçbir zaman gerçek anlamda bir şey veremez. Siz her zaman bir boşluk hissedersiniz. Duygularını paylaşmayan insanın iç dünyasında bir engel vardır ve o engel, ilişkiyi hep sınırlı tutar. İnsanın duygularını saklaması, bir çeşit korkudur aslında. Korkar; gösterirse kırılmaktan, incinmekten, zayıf görünmekten… Ama ne kadar saklanırsa, o kadar yalnızlaşır. O yüzden, duygularını rahatça ifade e...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Hayat Full Paket: Trajediden Komediye Bir Neslin Güncesi Bazı sabahlar var ki, yataktan kalkmadan önce derin bir iç çekiyorum ve diyorum ki: “Allah’ım, cidden biz mi yaşayacaktık bunların hepsini? Ne olur baştan başlat.” Çünkü açık konuşmak gerekirse, bir insanın ömrüne bu kadar olay sığması normal değil. Hani tarihte bir nesil vardır, devrim görür, diğer nesil ekonomik kriz, bir başkası bir salgın... Bizim nesil? Full paket! Dünya tarihi bize “Platin üyelik” sunmuş resmen. Bak, pandemiden başlayalım. İlk günlerde hepimiz inanılmaz bir motivasyonla evlere kapandık. Dedik ki: “Bu fırsat! Kendi gelişimimize odaklanacağız.” Ama üç gün sonra YouTube’da “Kediler neden kıvrılarak uyur?” belgeselini izlerken bulduk kendimizi. Ekmek yapma macerasına hiç girmiyorum. Fırından taş gibi çıkan o ekmekle hem mutfağın camını kırdım hem de komşunun köpeğini kaçırdım. Aile boyu travma yarattık. Sonra doğal afetler... Telefonuma bir gün bir deprem bildirimi, ertesi gün fırtına uyarısı düşüyor. Artı...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Hayat Tatlar ve İnsanlar Bazı şeyler vardır, doğal halleriyle bize bir fikir verir, bir beklenti oluşturur. Örneğin, baklagiller... Mercimek, nohut, fasulye gibi gıdalar zihnimizde tuzlu yemeklerin malzemesi olarak yer eder. Onlardan bir çorba yapmayı düşündüğümüzde, içine tuz, salça, belki biraz baharat katmayı hayal ederiz. Ama bir de tatlıyla buluştuklarında bambaşka bir kimliğe bürünürler. Şekerle, pekmezle birleşince hiç ummadığımız bir uyum yakalarlar. Fındık, fıstık gibi tatlıların yıldızı olan malzemelerle yan yana geldiklerinde, o beklenmedik tatlılık bizi şaşırtır. Bu, bir çelişki gibi görünse de aslında hayatın derin bir gerçeğini yansıtır: Uyum, bazen en beklenmedik yerlerde saklıdır. Bu durum, insan ilişkilerinin karmaşık doğasını düşündürüyor. İnsanlar da birer "baklagil" gibidir aslında. Kimi zaman, tuzlu bir ortamda kendini en rahat hisseder; baharatların keskinliğiyle karakter bulur. Kimisi ise tatlı bir atmosferde açılır; şekerin dinginliğiyle huzur bulur....
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
İletişim ve Susmanın Değeri İletişim, insanoğlunun sahip olduğu en büyük armağanlardan biri. Ama bu armağan, her zaman hak ettiği şekilde kullanılmıyor. Özellikle de karşılıklı anlayışın eksik olduğu, söylenenin dinlenmediği ya da yanlış anlaşıldığı durumlarda… İşte tam da bu noktada bir gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Herkesle konuşulmaz. Daha doğrusu, herkesle aynı şekilde konuşulmaz. Çünkü iletişim, bir sanattır ve bu sanat, muhatabına özel bir üslup gerektirir. Etrafınıza bir bakın. Bazı insanlar sizin söylemek istediklerinizi anlamak yerine, söylediklerinizi çarpıtarak tartışmaya dönüştürmeye çalışır. Oysa sizin niyetiniz bambaşkadır; paylaşmak, bir noktada buluşmak, belki bir derdinizi ya da sevincinizi aktarmak... Ama karşınızdaki kişinin kültürel birikimi, hayata bakışı ya da iletişim tarzı bu çabanızı ziyan eder. Böyle durumlarda şunu sormak gerekiyor: Anlamayacak olana anlatmak gerçekten doğru mu? Ya da dinlemeyecek birine konuşmak... İşte bu noktada devreye suskunluğun...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
"Anlamsız kavgalarla uğraşmak, kazansanız bile sizi kirletir" derken, aslında hayatın çoğu zaman bize sunduğu gereksiz çatışmalara, ego savaşlarına ve anlamsız çekişmelere dikkat çekilir. Bu tür çatışmalara girildiğinde, ister fiziksel ister duygusal olsun, sonunda kazançtan çok kayıp yaşanır. Çünkü zamanımızı ve enerjimizi, aslında değersiz ve geçici olan şeylere harcamış oluruz. Bazen insanlar, öfkeleri ya da hırsları nedeniyle, karşılarındaki kişilerle ya da durumlarla gereksiz bir mücadeleye girişirler. Oysa bu tür çatışmalar, genellikle hiçbir anlam taşımaz ve sonunda içsel huzuru kaybetmekten başka bir şeye yol açmaz. Kazanmış gibi görünseniz de, aslında kaybettiğiniz şey; zamanınız, sağlığınız, ruh haliniz ve en önemlisi kendinizi nasıl hissettiğinizdir. Bu tür mücadeleler, sizi yorar, enerjinizi çalar ve ruhsal anlamda bir tükenmişliğe yol açar. Birçok insan, zaman zaman bu tür kavgaların içine çekilebilir. Sosyal medyada yapılan tartışmalar, iş yerindeki küçük sürtü...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Ruhun Kendi Kendisiyle Konuşması Düşünmek, insanın en derin haliyle kendisiyle yüzleşmesidir. Ruhun kendi içindeki sessiz diyalogudur; kelimelerin, duyguların ve düşüncelerin bir araya gelip, içsel bir armoni oluşturduğu bir süreçtir. Zihnimiz, sürekli bir koşuşturma içinde olabilir, dışarıdaki dünyanın gürültüsüne, insanlarla olan ilişkilerimize, işlerimize odaklanabiliriz. Ama düşünmek, tam da bu anlarda ruhun geriye çekilip, kendi kendine konuşması, içsel bir sorgulama yapmasıdır. Gerçek düşünce, bazen dışarıdan gelen bir etkiyle değil, içsel bir dürtüyle başlar. Bir soru, bir anlık farkındalık ya da bir anın içinde kaybolmuş bir anlam, bizi düşünmeye zorlar. Düşünce, kelimelere dökülen bir konuşma değil, daha çok ruhun gizli derinliklerinden yükselen bir yankıdır. Bu yankı, geçmişin, bugünün ve geleceğin birleştiği bir noktadır. İnsanın ruhu, düşünceleriyle bir araya gelerek zaman zaman huzursuz olabilir, zaman zaman ise içsel bir barışa ulaşır. Düşünmek, aslında bir keşif sür...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Çayınızı Bile Soğutmayın Hayat, ilişkiler ve değer kavramları üzerine düşündüğümüzde, insanların bir zamanlar kıymet verdikleri şeyleri zamanla nasıl unuttuğunu sıkça gözlemleriz. Bir dönem hayatlarının merkezinde olduğunuz kişiler, zamanla sizi nereye koyduklarını bile hatırlamaz hale gelirler. Bu durum, yalnızca insani ilişkilerde değil, iş hayatından kişisel bağlara kadar birçok alanda karşımıza çıkar. Değer, süreklilik ve özen gerektirir. Bir ilişkiyi, bir ortaklığı ya da bir bağı sıcak tutmanın yolu, ona gereken dikkati ve önemi göstermektir. İhmal edilen bir ilişki, aynen bekletilmiş bir çay gibi soğur; ne tadı kalır ne de eski sıcaklığına dönebilir. Burada önemli bir gerçek ortaya çıkar: İnsanlar, çoğu zaman sizi değil, sizin onlara sağladığınız faydaları kaybetmekten korkar. Oysa gerçek bağlar, menfaatten çok daha derin bir temele dayanır. Bu nedenle, ilişkilerde samimiyetin ve sürekliliğin önemi büyüktür. Karşınızdakinin size verdiği değeri sorguladığınızda, cevap genelli...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Ruhun Besini: Samimiyet Elbiselerin etiketine bakmam; bana yakışıyorsa, içinde huzurlu hissediyorsam en pahalı markadan farksızdır. Üzerimdeki kıyafetin fiyatı başkalarının gözünde değersiz olabilir ama bana verdiği mutluluk paha biçilemez. Gönlümün keyfi, paranın satın alamayacağı kadar değerli benim için. Bir sofra düşün, üzerinde sadece bir dilim kuru ekmek var ama etrafını saran sıcaklık, içten bir selam, gözlerindeki samimiyet o sofrayı ziyafete çeviriyor. İşte benim doygunluğum buradan geliyor. Ne yediğimden çok, kiminle paylaştığım önemlidir. Öyle ki, kuru ekmek bile bazen ruhumu doyururken, soğuk bir tavırla uzatılan bal, iştahımı tamamen kapatır. Hatta, açlıktan ölecek olsam bile o bala elimi uzatmam. Çünkü benim için önemli olan lezzet değil, o lezzetin ardındaki samimiyet. Hayat, insana pek çok lüks sunabilir. Ama o lükslerin hiçbiri içten bir gülümsemenin verdiği huzuru veremez. İnsanların yaşam standartlarına değil, yüreğinin sıcaklığına hayranım. Kaliteli yaşam...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Hayata iz bırakın Hani o kabuklarını kırıp özüne ulaşan kadınlar var ya… Hayatın yüklerini omuzlamaktan çekinmeyen, her zorluğa rağmen dimdik duran kadınlar. Onlar hayata sadece bakmaz; onu hisseder, aşkla yaşar ve her anına anlam katmaya çalışır. Yolları bazen taşlı, bazen engebelidir. Belki hayat her zaman istedikleri gibi gitmez, belki mücadeleleri bitmez. Ama onurlu duruşlarından, değerlerinden ve kendilerine olan inançlarından asla vazgeçmezler. Bu kadınlar, yalnızca kendileri için değil, çocukları ve sevdikleri için de birer kalkan gibidir. Düştüklerinde nasıl ayağa kalkacaklarını bilirler. Yanlışta ısrar etmezler, doğrularını cesurca savunurlar. Onlar, çevresindekilere ilham olur; bir ailenin, bir toplumun temelini oluştururlar. Hele bir de hastalıkla mücadele eden kadınlar vardır ki… Onların gücü bambaşkadır. Hayat ne kadar sert yüzünü gösterirse göstersin, onlar daha sıkı tutunurlar hayata. Yorgunluklarını belli etmez, en zor günlerinde bile etraflarına umut saçmayı...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Cesaret Cesaret nedir diye sorduklarında, cevabım net olurdu: Kendim için, hayallerim için yürüyebilmek. Ama öyle basit bir yürüyüşten bahsetmiyorum. Bu, her adımda kendini sorguladığın, vazgeçme eşiğine geldiğin ama yine de devam ettiğin bir yolculuk. Cesaret, sadece güçlü görünmek ya da korkusuz olmak değil, korkularınla birlikte yürümeye karar vermektir. Ne zaman düştüğümde kalkamayacakmış gibi hissetsem, hep içimde bir ses yankılandı: "Burası senin duracağın yer değil, devam et." İşte cesaret tam da bu sesi dinlemek ve pes etmemek. Hayat ne kadar zorlayıcı olsa da, hayallerimin peşinden gitmeyi seçiyorum. Çünkü bana kim olduğumu ve nereye ait olduğumu hatırlatan şey, işte bu tutkularım. Evet, yeri geldiğinde yoruldum, vazgeçmek istedim. Ama biliyorum ki, insanı gerçekten yaşatan şey, hayallerine verdiği mücadeledir. Cesaret, bu mücadeleyi sürdürebilmektir. Zaman kaybetsem de, bazı duraklarda oyalanmış olsam da, o hayaller hâlâ içimde yaşıyor ve beni bekliyor. Şimdi, yen...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Ah, şu erkekler! Hayatımızdaki en büyük bilmecelerden biri olan, bazen kahraman bazen de manipülasyon ustası rollerine bürünmeyi başarıyla beceren erkekler. Şimdi, bu ustalıkları üzerine biraz konuşalım, ne dersiniz? Özellikle konu "sorunları ustalıkla başkalarına yükleme sanatına" geldiğinde, sahnede ışıldamayı pek severler. Bir hata mı yaptılar? Bir açıklama mı bekliyorsunuz? İşte tam o noktada, zihinsel jimnastik başlar. Olayı öyle bir çevreler, öyle bir sunarlar ki, bir bakmışsınız, siz haklı bir şekilde sorgularken, birden kendinizi suçlu hissetmeye başlamışsınız. "Ama sen de şöyle yaptın!", "O an sen böyle düşünüyordun zaten." gibi cümleler birer sihirli değnek gibi kullanılır. Yetmez, sizi duygusal bir fırtınanın ortasına bırakıp, sonra da sakince kenara çekilirler. Ve bir bakmışsınız, aslında onların hatasını tartışırken, birden sizin neden böyle "abartılı" tepki verdiğinizi tartışır hale gelmişsiniz. İşte ustalık! Menstrüasyon ve Meno...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Bazı kadınlar vardır, sanki zamanı avuçlarına alıp kendi ritmini yaratmış gibi… Onları gördüğünde, sadece birini değil, bir hikâyeyi izliyormuşsun gibi hissedersin. Adımları kararlıdır, ama bir o kadar da nazik. Gözlerindeki ışıltı, fırtınaları görmüş ama sakin bir denize demir atmış gibidir. Saçlarının her hareketinde bir mevsim saklıdır; bazen bir sonbahar esintisi, bazen ilkbaharın o ferah nefesi... Onlar geçerken, bir rüzgâr değil, bir iz bırakır. Hissedersin, bir şey değişmiştir. Yüzlerinde hayatın izleri vardır ama asla yenilmişliğin değil. Aksine, her çizgi bir zaferi anlatır. Ellerinden kayıp gidenleri değil, ellerinde tuttuklarını görürsün. Özgürlükleri, ne bir başkaldırı ne de bir kaçıştır; sadece "Ben varım!" demenin en saf hâlidir. Biz kadınların hikâyesi, sadece geçmişle değil, her adımımızla yeniden yazılır. Ve biliyorum, tam da bu yüzden… Onlara bakarken, yaşamın aslında ne kadar güçlü bir şiir olduğunu anlıyorsun. Her zaman güçlü görünmek zorunda değilim. Baz...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Mektup 1 Sana bu satırları yazarken içimde yankılanan tek şey, kelimelerle anlatamayacağım bir kırgınlık. Kalbimde taşıdığım güvenin, hayal kırıklığına uğradığı o anı hatırlıyorum. Ben senden çok şey istemedim aslında. Sadece yanımda olmanı, bana güven vermeni, saçlarıma bir öpücük kondurup “Ben buradayım, seninleyim,” demeni bekledim. Bunu çok gördün bana. Hayatın bana yüklediği bu ağır yükle savaşırken, en savunmasız anımda, elini uzatıp beni karanlıktan çıkarmanı umdum. Ama sen ne yaptın? O karanlık kuyunun kapağını kapatmayı tercih ettin. İşte o an, senden beklediğim sevginin yerini derin bir sessizlik aldı. O sessizlik hâlâ ruhumu sarıyor. Ben seni hep “Benim güvendiğim adam” diye anmak istedim. Gözlerine her baktığımda kendimi güvende hissetmek, her adımında seninle olmak istedim. Ama sen, bana o güveni, o sevgiyi çok gördün. Sanki sevilmeyi hak etmediğimi söylemek ister gibi gittin. Birçok problemle uğraşırken bile sana olan güvenim, sana duyduğum saygı ve sevgi sapasağlam...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Halfeti: Dağların Gölgesindeki Şirin İlçe Halfeti, her yanı dağlarla çevrili, Fırat’ın sularıyla nefes alan bir vadinin ortasında, küçücük ama ruhu büyük bir ilçeydi. Büyüleyici güzelliklerinin ardında, insanı hayata sıkı sıkıya bağlayan zorluklar saklıydı. Halfeti’de genç olmak, her şeyden önce bir mücadeleydi. Eğitim, bu mücadelenin en değerli silahıydı. Gençler ya okuyarak kendilerine bir yol çizecek ya da fırsat bulduklarında yurt dışına gidip hayatlarını sıfırdan kuracaklardı. Başka bir seçenek yok gibiydi. İlçe merkezinin geniş tarım arazileri yoktu, hayvancılık ise pek gelişmemişti. Köyler bu anlamda biraz daha avantajlıydı; tarlalar, bağlar, hayvan sürüleri köylüler için birer geçim kaynağıydı. Ancak ilçe halkı için bu imkanlar pek mevcut değildi. Bu yüzden, eğitim hem bir kurtuluş hem de geleceğe açılan yegâne kapıydı. Aileler, çocuklarını okumaları için büyük bir şevkle destekler, bazen kendi ihtiyaçlarından feragat ederek onların yolunu açmaya çalışırdı. Eğitim, sadece ...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Fırat'ın Çocukları: Eğitim İçin Sandallarla Mücadele Halfeti’nin kalbinde Fırat Nehri akar. Dingin gibi görünse de, özellikle kış aylarında Fırat’ın suları başka bir ruha bürünür; güçlü, sert ve bazen tehditkâr. Bu nehrin iki yakası, aynı hayatın farklı yüzlerini taşır. Halfeti’ye bakan tarafta köyler vardır, fakat ne yazık ki o dönemde gençlerin ve çocukların eğitim alabileceği bir okul yoktur. Eğitim için Fırat’ın karşı kıyısına, Halfeti’ye geçmek zorundadırlar. Bu geçiş, sıradan bir yolculuk değildir. Yaz aylarında, güneşin altında Fırat’ın sakinleştiği anlarda, bu yolculuk bir nebze daha kolaydır. Ancak kış geldiğinde, rüzgârın uğultusu, yağmurun şiddeti ve zaman zaman bastıran dolu, işleri daha da zorlaştırır. Çocuklar ve gençler, eski, kırık dökük sandallar ya da su alan kayıklarla her sabah Halfeti’ye ulaşmak için Fırat’ın sularıyla mücadele etmek zorundadır. Kayıklar su aldığında, bu genç ellerde hep bir kova olur. Kayığın içinde biriken suyu hızla boşaltmaya çalışırlar. K...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Büyürken Küçülen Kalpler Çocukluk, çoğumuz için "biz" olmanın en saf haliydi. O zamanlar her şey bir bütünün parçasıydı. Sıralarımız yan yana, kalplerimiz ise bir aradaydı. Öğretmenimiz bizi ayırmasın diye sessizce otururduk; kelimelerimizi not kağıtlarına emanet eder, paylaşmanın başka yollarını arardık. Çünkü paylaştığımız her an, "biz" olmanın anlamını büyütürdü. O günlerde, çocuk aklımızla bile büyük bir şeyin parçası olduğumuzu hissederdik. Hayallerimiz de büyüktü; sanki bir dünyaya değil, evrene sığacak kadar geniş bir yer kaplardık. O masumiyetle, biz olmak her zaman kolaydı. Ama zaman geçtikçe işler değişti. Yaş aldıkça kollarımızı açtık, fakat o geniş dünyamıza kimseyi sığdıramaz hale geldik. Büyümek, çocukken hayalini kurduğumuz o görkemli bir şey değildi aslında. Koşar adım büyüdük, ama fark etmeden küçüldük. Kalplerimiz, yüreklerimiz, hayallerimiz... Her biri giderek daraldı. O eski “biz” yerini “ben”e bıraktı. Daha bireysel, daha yalnız bir dünya kurd...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Nerede O Güzel İnsanlar? Eskitti eskileri insanlar… Ne anılar kaldı ne de sıcacık bağlılıklar. Hani bir zamanlar bir bakış yetermiş ya kalpleri birbirine bağlamaya, şimdi insanlar göz göze gelmeye bile çekinir oldu. Ne dostluklar eskisi gibi ne de sevgiler. Her şey hızla tüketiliyor; bağlar kopuyor, hikâyeler yarım kalıyor. Bir zamanlar gönülden gönüle uzanan görünmez köprüler vardı. İnsanlar birbirinin acısını hisseder, mutluluğunu paylaşırdı. Öyle güzel insanlar vardı ki, bir sözle dünyanın yükünü hafifletir, bir bakışla karanlıkları aydınlatırlardı. Onlar, vefayı unutmayan, cefayı birlikte sırtlayan insanlardı. "Ben" yoktu onların hayatında, hep "biz" vardı. İki elden bir olan, iki yürekten tek bir sevda doğuran o güzel insanlar… Şimdi ne oldu? İyiliğin yerini çıkar, sevginin yerini alışveriş aldı. Dostluklar, menfaat terazisinde tartılır oldu. Artık kimse kimseden bir vefa beklemiyor, çünkü herkes yalnızca kendi yüküne odaklanmış. O güzel insanlar belki hâlâ bi...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Başkalarının Eksikleriyle Kendimizi Tamamlayamayız Bazı insanlar vardır, başkalarının kusurlarıyla meşgul olmayı bir meziyet sanır. Birinin eksikliğini öyle ballandıra ballandıra anlatırlar ki, kendileri mükemmel edasına bürünmekten utanmazlar. Ama gerçek şu ki, başkalarının eksiklerini dile getirmek bizim hanemize artı yazılmasını sağlamıyor. Ne kadar konuşursak konuşalım, onların hatalarını dillendirmenin bize bir faydası yok. Sadece içimizi karartıyor, kalbimizi kirletiyor. Hayatta herkesin yanlışları, eksikleri, hataları var. Kimse dört dörtlük değil. Ama birinin kusurunu farkedince, ona taş atmak bizi zalim yapar. Önemli olan, başkalarının çirkinliğinde boğulmadan kendi güzelliğimizi korumak. İçimizdeki iyiliği, başkalarının fesatlığına kurban etmemek. İyi ki kalbimiz kırılıyor, acıyor… Çünkü kırılabilmek, hâlâ insan kalabilmek demek. İyi ki üzülebiliyor, ağlayabiliyoruz. Bunlar bizi insan yapan şeyler. Eğer hiçbir şey hissetmesek, başkalarının dertlerine, hatalarına karşı t...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Çiçeği Büyütmek Sulamaktan İbaret Değil Bazen bir noktaya geliyorsun ve "Artık yeter" diyorsun. Elinden geleni yapmışsın, vicdanını rahatlatacak kadar çabalamışsın. Sonra kenara çekilip izliyorsun, çünkü artık daha fazlası senin elinde değil. Dost, vefayı bilmemiş; yar, sevgiyi anlamamış… Eskiden olsa belki dert ederdin, ama artık değil. Çünkü bir noktada anlıyorsun ki, herkes kendi seçtiği ihtimallerde yaşar. Hayat böyle işte. İnsan, kendini anlatmaya çalışmaktan yorgun düştüğünde, sessizliği seçiyor. Çünkü anlattıkların, anlaşılamadığı yerde boşa düşüyor. Tıpkı bir çiçeği sulamak gibi… Su verirsin, ama toprak verimli değilse, güneşi sevmezse ya da rüzgârdan korunmazsa o çiçek yeşermez. Çiçeği büyütmek, yalnızca sulamaktan ibaret değildir. Ona emek vermek, zaman ayırmak, köklerini sağlamlaştırmak gerekir. Ama bunu anlamayan birine neyi anlatabilirsin ki? Ben artık kimseye çiçeğin neden solduğunu anlatmaya çalışmıyorum. Çünkü bazen, ne kadar sulasan da insanlar o çiçeği büyüt...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yarım Bırakma, Sonuna Kadar Git Dünyayı bugünkü hâline getiren ne, hiç düşündün mü? Hani bazen bir işin ucundan tutup da “Yeter bu kadarı” der ya insan, işte o anlar. Nikos Kazancakis’in dediği gibi, yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyilikler… Hepimiz bu yarımlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Peki, neden? Neden yarım bırakıyoruz? Bir işe başlıyoruz mesela. İlk başta heyecanla sarılıyoruz ama biraz zorluk çıkınca vazgeçiyoruz. “Başka zaman yaparım” diyoruz ama o zaman hiç gelmiyor. Sonuç? Yarım kalmış hayaller, tamamlanmamış projeler, “Keşke”lerle dolu bir hayat. Ama işin kötüsü, bu sadece bizi değil, çevremizdeki herkesi etkiliyor. Bir şeyleri tamamlama cesaretini gösteremeyen bir insan, etrafındakilere de yarım yamalak bir dünya bırakıyor. Ya konuşmalarımız? Hani o söyleyip söyleyip yarıda bıraktıklarımız… İçimizde ne varsa söyleyemiyoruz bazen. Kırılmaktan korkuyoruz ya da kırmaktan. Bir şeyleri açıklığa kavuşturmak yerine susmayı seçiyoruz. Oysa yarım kalan ...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Dostun sessizliği tanıdıkların gürültüsü Hayat bir yolculuk ve bu yolda yürürken karşımıza birçok insan çıkar. Bazıları sadece yanımızdan geçer gider, kimileri kısa bir süre bizimle aynı adımları atar. Ama içlerinden yalnızca birkaçı kalıcı olur. İşte onları dost diye adlandırırız. Dostluk, insanın ruhunun derinliklerinde kök salan bir bağdır. Anlatması kolaydır belki ama tanımı kişiden kişiye değişir. Bana sorarsan, dost dediğin, seni kelimelerin ötesinde anlayandır. Seninle gülüp seninle ağlayabilen, ne kadar uzağa gidersen git bir selamla yeniden başlayabildiğin kişidir. Oysa tanıdıklar, hayatın arka planındaki figüranlardır. Bir selam verir, bir tebessüm eder, belki birkaç hatıra biriktirir, ama sonra sessizce uzaklaşırlar. Üç beş tane dostumuz var derken aslında ne kadar zengin olduğumuzu unutmamak gerek. Çünkü dost bulmak, değerli bir mücevher bulmak gibidir; nadirdir ve kıymetlidir. Bir dost, bazen onlarca tanıdıktan daha çok anlam taşır. Tanıdıkların gürültüsü arasın...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
"Bir Fincan Kahve Kadar Yakın, Bir Hayal Kadar Uzak" Bazı karşılaşmalar hayalde kalıyor. Masanın karşısında oturduğunu düşünmek yetiyor bazen. Elimde bir fincan kahve... Belki alır, belki almazsın. İçer misin, dokunur musun, ya da yalnızca önünde durmasına izin mi verirsin, bilmiyorum. Ama işte, göz göze gelmek bile bir ihtimalde saklı kalıyor artık. Bir ara, “Ellerime dokunurdun belki” diye düşündüm. Sonra sustum. Çünkü bu, sadece bir hayalin kenarında duran bir dilek gibi kaldı. Sarılmak, kahkahalarla konuşmak, uzun uzun susmak… Bunlar, yalnızca kafamdaki bir senaryo. Kabul ediyorum, bu dünyada herkes sevdiği insanla bir fincan kahve içme şansı bulamıyor. Hayatında bir "olmadı" ya da bir "keşke" taşımayan yoktur. Ve bazen, masadaki boş fincan, yaşananları ya da yaşanamayanları kelimelerden daha iyi anlatır. Ama inanıyorum ki, her yeni gün, hayatın içine başka bir kahve kokusu getirir. Ve belki bir gün, o koku umut da getirir.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Halfeti’nin Kış Gecelerinde Çocuk Olmak Odayı saran odun kokusu, sanki Halfeti’nin taş duvarlarından, eski evlerin içinde dolanıp gelmiş gibi. Dışarıda çiseleyen yağmur, çocukluğumun o kış gecelerine ait bir melodi gibi, yavaşça pencereye vuruyor. O zamanlar da böyleydi, hatırlıyorum; yağmurun sesi evin içinde her yere yayıldığında, hep bir huzur içinde uyurdum. O kış geceleri, ne kadar soğuk olursa olsun, evin içi her zaman sıcaktı. Sobanın etrafında, kestanelerin yavaşça piştiği o anı hiç unutmam. Üstü çatlayan kestaneler, odanın her köşesine yayılan o sıcak kokusuyla her şeyin tam yerli yerinde olduğunu hissettirirdi. Yavaşça demlenen çayın kokusu da vardı, annem ya da babam bir şekilde hazırlardı o çayı. Bazen kışın en soğuk gecelerinde, o çayın buğusu bana, sanki Halfeti’nin taş sokaklarında kaybolmuş bir çocuk gibi, geçmişe dair bir iz bırakırdı. Çayın sıcaklığı ellerimi ısıtmakla kalmaz, bir yudum aldığımda çocukluğumun hatıralarına geri dönmemi sağlardı. Yatmadan önce, sob...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Olgunluk mu yorgunluk mu? Hayat, bir öğretmen gibi, zamanı geldikçe insanın karşısına dersler çıkarır. Bazen acıyla, bazen de farkındalıkla... Yaş aldıkça anlarız ki: Susmak, her zaman sessiz kalmak değil, gereksiz savaşlardan geri çekilmektir. Kafaya takmamak, umursamazlık değil, hayatın akışını kabullenmektir. Bazı insanları düzeltmeye çalışmamak ise vazgeçiş değil, onların yükünden özgürleşmektir. Bu noktada karşımıza iki kelime çıkar: Olgunluk ve yorgunluk. Olgunluk, deneyimlerin ışığında kazandığımız o derin bilgelik... Yorgunluk ise hayal kırıklıklarıyla yorulan kalbin sızısı. Ama belki de ikisi aynı yoldan gelir. İnsan, yorgun düştükçe olgunlaşır; olgunlaştıkça da yorgunluğunu hafifletir. Sonunda, neyin daha değerli olduğunu öğrenir: Kendi huzurunun…
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Üslubun Gücü Üslup, hayatın ince terazisi. Bir sözün tonuyla, en keskin zehri tatlı bir bala çevirebilirsin. Ama aynı şekilde, saf bir sevgiyi de yanlış bir sözle acıya dönüştürebilirsin. Sözcüklerin gücü, onları nasıl kullandığında saklıdır. Ne büyük bir hayranlık duyarım, kırmadan konuşabilenlere. Saygıyı elden bırakmadan, kelimelerini özenle seçenlere. Sesini yükseltmeden derdini anlatabilen, bir sözü bile incitmeyen o insanlara. Onların varlığı, insan olmanın en zarif yanını hatırlatır bana. Ve bir başka hayranlık da haddini bilenlere... Hadsizliğe maruz kaldıklarında bile nezaketlerinden ödün vermeyenlere. Çünkü olgunluk, yaşla ölçülecek bir şey değil. Olgunluk, insanın kendini nasıl yetiştirdiğiyle, ruhunu ne kadar derinleştirdiğiyle ilgilidir. Kimi insanlar bu olgunluğu her tavrında taşır, kimi ise yıllar geçse de o inceliğe ulaşamaz. İşte bu yüzden, insanı insan yapan şey sözleri, üslubu ve duruşudur. Çünkü kelimelerin bir ruhu vardır; ve o ruh, insanın karakterini yansıtı...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Dilin yetmediği yürekler Ne kadar çok şey anlatacak olursan ol, eğer karşındaki seni anlamıyorsa, tüm sözlerin boşa çıkar. Bin bir kelimeyi ustalıkla seçsen, derdini bin dilde dile getirsen bile, seni duyamayan biri için sessizlikten farksızsındır. İnsanın en büyük yalnızlığı, anlaşılmadığı bir kalabalığın içinde var olmaktır. Sözcükler yetersiz gelir, çırpınırsın ama sesin yankılanmaz. Bu, yalnızca kelimelerin değil, ruhunun da dilsizleşmesidir. Çünkü anlamak ve anlaşılmak, insanın ruhuna nefes gibidir; olmadığında tüm iletişim susar, içindeki dünya kapanır. O yüzden konuşmak yetmez; önemli olan, karşıdaki insanın seni duyabilecek bir yüreğe sahip olmasıdır. Eğer yoksa, bütün sözler sessiz bir çığlığa dönüşür. Anlaşılmak bir köprüdür, iki yüreğin arasında kurulabilen. Ve o köprü yoksa, dillerin hiçbir anlamı kalmaz.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Kayıp arayışların dilencisi Belki de hayatın en büyük dilencileriyiz… Ama ne istediğimizi bilmeyen türden. Elimizi açıp bekliyoruz, ama avucumuza ne düşse doyurmuyor bizi. İçimizdeki eksiklik, tam olarak neye ihtiyacımız olduğunu dahi anlamamıza izin vermiyor. İşte en acınası hal de bu değil mi? Ne aradığını bilmeden aramak, boşluğun içinde kaybolmak… Bir dilenci düşün; sokakta oturmuş, ellerini açmış ama dilinde bir söz yok. Ne yemek istiyor, ne su, ne de bir çatı. Belki sevgi arıyor, belki huzur, belki de sadece bir bakış, bir anlayış. Ama adı ne olursa olsun, istediği şeyin ne olduğunu bilmediği sürece, hiçbir şey onu kurtaramaz. Çünkü gerçek yokluk, neye muhtaç olduğunu bilmemekten gelir. Biz de böyleyiz aslında. Daha fazlasını istiyoruz, ama neyin fazlası, bilmiyoruz. Sevilmek mi, anlaşılmak mı, yoksa sadece bir an için huzur bulmak mı? Hangi kapıya gitsek elimiz boş dönüyoruz, çünkü ne aradığımızı bile anlatamıyoruz. İşte bu yüzden en çaresiz dilencileriz; ne istediğim...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yanlış zamanın insanları Tükendik dostum… Hiçbir şey yapmadan, sadece durarak yorulduk. Ruhumuz, şefkatin gölgesine hasret kaldı. Vefasızlıkla geçen günlerin ağırlığını, insanları izleyerek anlamaya çalıştık. Ama o kadar çok baktık ki, insanlıktan uzaklaşan manzaralar gözlerimize işledi. Yorulduk… Hem de derinlerden, yüreğimizden yorulduk. Severken sınırları unuttuk, kendimizi kaybettik. Belki de en büyük yanılgımız, sevgiyi herkes hak eder sanmamızdı. Ama her defasında karşılığını bulamayınca, bu sevgi yorgunluğuna teslim olduk. Düşünmeden edemiyor insan: Yanlış bir çağda mı yaşıyoruz, yoksa bu çağ mı bizim ruhumuza yanlış? Sanki zaman bize yabancı, biz de zamanın çocukları değiliz. Ne kalbimizi dinleyen var, ne de kalpten geleni anlayan. Arada kalmış gibiyiz, ne geçmişe aitiz ne bugüne. Ama yine de pes edemiyoruz, değil mi dostum? Belki bir gün, sevgiye hakkıyla karşılık veren bir dünyada dinleniriz. Belki bir gün, bu yorgunluk biter...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yüreğe açılan kapılar Bizim oralarda, insanın adımına anlam yüklenmez. Kim neden geldi diye sorgulanmaz, neden gitti diye hesap sorulmaz. Çünkü biliriz ki, her gelen kendi yüküyle gelir, her giden ardında bıraktığı izlerle gider. Gelen için bir köşe hep hazırdır; gönlümüzde, soframızda, evimizde. O an ihtiyacı neyse, bir bakışımızla anlamasını isteriz. Çünkü bizde misafir, yük değil, berekettir. Gidenler ise başka bir hikâye... Gidenin yoluna taş koyulmaz, ardından çağrılmayı beklemesi istenmez. Biliriz ki gitmek de bir tercihtir; bazen zorunlu, bazen gönüllü, ama daima bir sebebe dayanır. Gidenin ardından kırılmak değil, onun yolunun açık olmasını dilemektir bizde esas olan. Çünkü her yol, yeni bir başlangıçtır. Hayat böyle akıp gider; kimi gelir, kimi gider. Ama ne gelenin varlığı sorgulanır, ne gidenin eksikliği. İnsan, yüreğine bir kapı açmayı öğrenmeli. Gelen o kapıyı çalmadan içeri girebilmeli, giden de geriye dönüp bakmadan, yükünü hafifleterek uzaklaşabilmeli. İşte b...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Sonbaharın Hüzünle sarmalanmış bir sessizlik çökmüş her yana. Sonbaharın o derin, dokunaklı melankolisi gibi, her şey bir durgunluğa teslim olmuş. Sanki doğa, sessiz bir ağıt yakıyor geçmişe. Zaman, ince bir perde misali, hafifçe yırtılmış ve rüzgarla savruluyor. Her saniye bir yerlere dağılırken, hiçbir an tam anlamıyla tutulamıyor. Geçmişin gölgeleri, bugüne sızıyor. Sararan yaprakların hışırtısıyla yankılanan hatıralar, rüzgarın peşine takılmış gibi. İnsan, zamanın bu sessiz akışında kendini kaybediyor. Her şeyin bir anlam arayışında olduğu bu boşlukta, ruh da ince bir çizgi üzerinde yürüyor. Ve zaman… Düz bir çizgi olmaktan çıkmış, kırık dökük bir aynaya dönmüş. Her yansıma, bir anıyı hatırlatıyor; her parça, bir kaybı. Zaman, tutunmaya çalıştıkça avuçlardan kayan bir kum gibi, iz bırakarak uzaklaşıyor. Ama belki de bu, hatırlamanın bir yolu. Çünkü bazı yaralar, sessizce taşınır, bazı izler asla silinmez. Bu örtü, yıpranmış olsa da içinde binlerce hikâye saklıyor. Sessiz...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Mektup Benden beklentilerini çok yüksek tutma. Çünkü ben, zamanın yorduğu, hayatın kenarına itilmiş bir sandalyeyim. Çatlaklarından ışık sızan, her köşesi hikâyelerle dolu bir eşya gibi. Hâlâ ayakta duruyorum, evet, ama kırıklarım var. Ruhumun köşelerinde, senden kalan boşlukların yankısı… Biliyor musun, sensizlik öyle bir his ki, içimde durmaksızın büyüyen bir ağırlık. Günlerin içinde sessizce taşıdığım, kimseye anlatamadığım içimde sakladığım bir dünya... Bu dünya yalnız, ıssız ve senin varlığınla anlam bulan her şeyi özlüyor. Varlığını özlemek bir yetim gibi, hiçbir şey tamamlanmıyor. Zihnimde durmaksızın dönen düşünceler var. İçtiğim her sıcak içecekte, aldığım her nefeste bir parça sen kokusu arıyorum. Sanki bir fincan dolusu huzurun içinde kaybolmayı bekliyorum. Hayal ediyorum bazen; karşımda oturmuşsun, gözlerin yüreğime dokunuyor, kelimelerimiz sessizliğin içinde yankılanıyor. Ve ceplerim… Ceplerim sana söyleyemediklerimle dolu. Küçük kâğıtlara karalanmış birkaç cüm...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Anı yaşamak... Bugün hastane rutinim vardı. Kontrollerimi aksatmamak gerektiğini biliyorum; sağlığıma şükrederken tedbiri de elden bırakmamam gerektiğini hatırlatıyor hayat bana. Kanserle tanıştıktan sonra yaşadığım süreçler kolay değildi: ameliyatlar, radyoterapiler… Evet, bedenimi yordu, ruhumu sınadı ama şükür ki iyiyim. Bugün de o şükür duygusuyla çıktım hastaneden. Hastanenin hemen yanında küçük bir park vardı, dikkatimi çekti. Bir çay, simit ve biraz peynir aldım; bir de sararmış bir banka iliştim. Bank, zamanın izlerini taşır gibi tozlu ve eskiydi ama umursamadım. Her yer sonbaharın büyüsüne kapılmıştı; ağaçların yaprakları altın rengine bürünmüş, bir kısmı rüzgarla savrulup ayakların altında ezilmişti. Rüzgarın serin dokunuşu, yaprakların hışırtısı ve doğanın o sade melodisi… İşte tam orada, sararmış bir bankın üzerinde, hayatın en saf mutluluğunu hissettim. Derler ya, kelimeler kifayetsiz kalır diye… Gerçekten öyleydi. Sanki hayat o anda, o parkta durup bana fısıldıyordu:...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Palyaço Eşler: Maskelerin Ardındaki Şiddet Bazı insanlar, toplumun gözünde "örnek eş", "iyi bir birey" ya da "saygıdeğer bir aile reisi" olarak algılanmak için kendilerini gerçeklikten uzak bir tiyatronun içine atarlar. Ancak bu sahne, dışarıdan bakıldığında parıltılı ve sevimli görünse de, sahne arkası oldukça karanlık ve acı vericidir. Palyaço eşler dediğimiz bu tip kişiler, aslında kendilerini tatmin etmek için eşlerini ezmeyi, küçük düşürmeyi ve türlü şiddet yöntemlerini kullanmayı adeta bir "görev bilinci" haline getirmişlerdir. Aile Onuru Adına Şiddet Bu kişilerin birçoğu, kendi ailelerinin mutluluğunu ve memnuniyetini sağlama adına eşlerini sürekli baskılar. Örneğin, erkek tarafında görülen bir palyaço eş, annesini memnun etmek için eşine saygısızlık etmeyi bir meziyet sayabilir. Annesi, "Senin eşin bunu yapmış, neden müdahale etmiyorsun?" diye bir söz ettiğinde, palyaço eş kendini kanıtlama adına eşine bağırır, onun özgüvenini ...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Evli Olmak Ayrı, Hayat Arkadaşı Olmak Ayrı Evlilik, iki insanın aynı çatının altında bir yaşamı paylaşması gibi görünebilir. Ama gerçek bir hayat arkadaşı olmak bambaşka bir şeydir. Birçoğu evlidir, evet; ama kaç kişi eşini gerçekten hayat arkadaşı olarak görebilir? İşte asıl soru bu. Hayat arkadaşı olmak, sadece aynı soyadı taşımaktan ya da aynı evde yaşamaktan fazlasıdır. Hayat arkadaşı, iyi günde yanında olduğu kadar kötü günde de elini tutan kişidir. Bulaşık yıkarken sohbet edebilmek, sıradan bir yürüyüşte kahkahalarla gülmek, hayatın tüm yükünü paylaşabilmektir. Birlikte hayal kurmak, plan yapmak ve gerektiğinde o hayalleri beraber yeniden inşa etmektir. Ama ne yazık ki birçok evlilikte insanlar yan yana olmaktan öteye gidemez. Aynı evde yaşayan iki yabancıya dönüşürler. Sabah kahvaltıda selamlaşır, akşam birbirine iyi geceler dilerler ama ruhları arasında bir bağ yoktur. İşte bu yüzden hayat arkadaşı olmak önemlidir; çünkü bir ilişkiyi güçlü kılan şey, sadece fiziksel varlık...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Bir Kadın Ne İster? Bir kadını mutlu etmek zor mu? Hayır, aslında değil. Ama ne yazık ki çoğu insan yanlış yerden başlıyor. Kadını mutlu etmek için boynuna elmas takmanıza gerek yok, inan bana. Asıl mesele onun ruhuna dokunabilmekte. Masasına koyduğun bir demet çiçek ya da hiç beklemediği bir anda dudaklarına kondurduğun samimi bir öpücük, elmaslardan daha parlaktır onun gözünde. Kadınlar basit bir “teşekkür ederim” cümlesine bile değer verir. Çünkü o cümle, fark edilmek demektir. Onun emeklerini görüp takdir ettiğinde, dünyasının nasıl aydınlandığını fark edersin. Peki ya güzel sözler? Bunları sakın esirgeme! “Sen benim en iyi arkadaşımsın” dediğinde ya da “İyi ki varsın” diye fısıldadığında, o an dünyasında ne çok şeyi değiştirdiğini bir bilsen… Sarılmayı da unutma. Bir kadına sıkıca sarıldığında, ona sadece kollarını değil, güvenini ve sevgini de sunmuş olursun. Sarılmak, kelimelerin yetmediği yerde konuşan en güçlü dildir. Ama sakın ha, ona güç gösterisi yapmaya kalkma. Kadın,...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Dünya Bir Sahne, Ama Oyun Pek de Keyifli Değil Dünya bir sahne, derler ya, ama sanırım birçoğumuz bu sahnede sadece figüran olmanın ötesine geçemiyoruz. Hani, başrol olmayı hayal ediyorsun ama her defasında "Yan Rol" listesine ekleniyorsun. Bazen öyle hissediyorsun ki, bu sahneye çıkan tek oyuncu sensin ama herkes sana bakıp, “Kim bu, neden burada?” diye düşünüyor. Ve her zaman olduğu gibi, ne yazık ki senin için hazırlanan senaryo da pek parlak değil. Kimse ne oynadığını bilmiyor ve sanki her şey doğaçlama. Ama en kötüsü de şu: Bu oyun pek de eğlenceli değil. Bazen sabah uyandığında, günün bir film sahnesi gibi başlayacağını düşünüyorsun. Hani, birkaç iyi replik, kahramanca bir kahve sahnesi, ardından başarılı bir iş günü. Ama hayır, öyle olmuyor. Bir bakıyorsun, saatin son kez çaldığı an, zaten bütün planlar altüst olmuş. O kadar çok plan yapıyorsun ki, ama sahne değişmiyor. Bir türlü o "başarı" sahnesine gelmiyorsun. O yüzden aklından geçiyor: "Bu kadar çab...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Hayatın Mucizesi ve Mutluluğun Gücü Mutluluk hiçbir zaman küçük değildir. Bizi mutlu eden her ne varsa, hayatımızda büyük bir yer kaplar. Bir sabah uyanıp camdan dışarı baktığında gördüğün berrak gökyüzü, sana sunulan bir mucizedir aslında. Ya da bir dostun kalpten söylediği tek bir cümle, bütün ruhunu aydınlatabilir. Mutluluk, göz ardı edilemeyecek kadar derindir; sadece ona doğru açıdan bakmayı öğrenmek gerekir. Hayat, bugünden ibaretmiş gibi görünse de aslında dünün hediyelerinden inşa edilir. Şimdi yaşadığın huzur, belki yıllar önce ektiğin bir iyiliğin meyvesidir. Yaşadıklarımız, hayatın bize sunduğu karşılıklardır. Ve güzellik, bunu fark edebilmekte gizlidir. Şu an elinde ne varsa, o zaten senin mucizendir. Belki sıradan görünen detaylar bile, yaşama bağlılığının gerçek nedenidir. Aslında hayatın sırrı basittir: Kendi hikâyeni yazabildiğin kadar anlamlıdır. O hikâyeyi renklendiren her an, sana hayata bir kez daha şükretme fırsatı verir. Ve mutluluk dediğimiz şey, kalbinde hi...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
İnsanlık Merhamettir Dünyadan ayrılırken ardında bıraktıkların, kim olduğunu en çok anlatan şeydir. İyi bir insan olmak elbette önemlidir; kimse kalbinde kötülükle anılmak istemez. Ama bu yeter mi? Hayır. Çünkü iyi insan olmak, sadece kendinle sınırlı bir çabadır. Oysa hayat, bencillikten fazlasını ister bizden. Gerçek insanlık, kendi iyiliğini alıp çevrene, dünyaya yaymaktır. Arkanda iyilikle anılacak bir dünya bırakabiliyor musun, mesele budur. İnsan dediğin, yaratılışından merhametle gelir. İlk adımını atarken düşüp dizini kanattığında annenin kucağına koşarsın. Çünkü o kucak, merhametin ta kendisidir. Ama zamanla bazıları bu saf duyguyu kaybeder. Kalpleri sertleşir, elleri uzanmaz, gözleri görmez olur. Merhametini kaybeden bir insan, sadece kendi ruhunu değil, çevresindeki hayatları da karartır. Çünkü merhametin olmadığı yerde ne dostluk vardır, ne güven, ne de gerçek insanlık. Merhamet dediğin, bazen bir aç köpeğin karnını doyurmaktır. Bazen yaşlı birinin elinden tutmak, baze...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Özlem... Şimdi şöyle bir an hayal ediyorum... Gözlerimi ufka dikmişim, aklımda yalnızca sen varsın. İçimde hep aynı soru dönüyor: "Bir anda çıksan karşıma, ne yapardım?" Sessizce gelsen, varlığınla her şeyin yerini doldursan. Hiç konuşmasan, ben de konuşmasam. Sadece ikimizin bildiği bir dilde, sözcüklere hiç ihtiyaç duymadan anlaşıp öylece kalsak. Yan yana otursak. Belki gökyüzüne bakarız, belki de gözlerimizi birbirimizden kaçırırız. Zaman geçer ama fark etmeyiz. Çünkü o anın içinde sadece sen ve ben varız. Dünya, o kadar uzak ki... İçimizde biriken duygular, söylenmeyen her kelime gözlerimize yansıyor. Hiçbir şey ifade etmeye çalışmadan, ama her şeyi anlatan bir sessizliğin içinde kayboluyoruz. O an seni ne kadar özlediğimi hissediyorum. Yanımda olsan bile, geçen onca zamanın bıraktığı boşluğu dolduramayacak kadar büyük bir özlem bu. Ama yine de varlığın yetiyor. Seni görmenin, hissetmenin verdiği huzur, içimdeki tüm eksiklikleri bir anlığına unutturuyor. Ve sonra sana do...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Zarafet Beni en çok etkileyen insanlar, kendileriyle barışık olanlar. Hani şu yaşını inkâr etmek yerine, yaşının kattığı hikâyeyi gururla taşıyanlar… Saatlerce aynanın karşısında vakit kaybeden değil de, saçına şöyle bir eliyle şekil verip, "Tamamdır, işte bu benim" diyenler. İşte onlar, gerçek anlamda güzel olanlar. Toprağın üzerine oturmaktan çekinmeyen, kalkarken elleriyle şöyle üstünü başını silkeleyip gülümseyenler… Ayakkabılarını çıkarıp çıplak ayaklarıyla toprağa dokunanlar. Çünkü onlar bilir ki toprak kirletmez, iyileştirir. Yağmurda şemsiye açmayıp, saçları ıslandığında çocuklar gibi sevinenler… Sırılsıklam olup da bundan mutluluk çıkaran insanlar. İşte hayatın tadını çıkaranlar onlar. Bu insanlar beni büyülüyor. Çünkü dışarıdan onay beklemiyorlar, kimseye kendilerini kanıtlama derdinde değiller. Hayatlarının merkezinde başkalarının ne düşüneceği değil, kendileri var. Kendinden memnun, olduğu haliyle barışık insanlar… En saf, en yalın, en zarif güzelliği taşıyorlar...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Hayatın Garip Dönencesi Evet, kesinlikle dünya garip bir yer, değil mi? Akıllı insanların kafasında bin bir soru, on bin bir şüphe var, her şeyin doğrusunu, yanlışını, olasılıklarını sorgularken, bir bakıyorsun, aptallar özgüvenle dolmuş, sanki tüm evreni çözmüş gibi rahatça geziniyorlar. Hani bazıları var, “Daha önce hiç bu kadar emin oldum” diyor ya, bir de tam aksine, akıllı insanlar kendi doğrularını, gerçeklerini bulmak için sürekli bir sorgulama içinde. Ne diyeyim, biraz fazla mütevazı oluyorlar belki, ya da biraz fazla derin düşünüyorlar. Ama işte bu da hayatın tuhaf denklemi. Akıllı insanlar her şeyi ne kadar düşünürse, o kadar şüphe duyarlar. Çünkü her şeyin başka bir yönü, başka bir perspektifi vardır. Aptallar ise, bu muazzam karmaşayı görmeden, sadece tek bir perspektiften bakıp "Aha! İşte bu!" diyorlar. Bazen de bunu böyle kabullenmek zor oluyor. Çünkü insan, "Ya ben bu kadar çok düşünüp şüphe ederken, o nasıl böyle kolayca karar verebiliyor?" diye sor...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yanılmanın Gücü (Ama Ciddi Olarak!) Şunu kabul edelim, bazen hayat bize resmen "yanıl ve öğren" diyerek şamarını vuruyor. Hani o zamanlar vardır ya, yanlış yaptığında kendini dünyanın en kötü insanı gibi hissedersin? Ama aslında, o yanlış yapmanın tam da “insan” olmanın bir parçası olduğunu fark ettim. Yani, biz insanlar, o kadar kusurluyuz ki, ne zaman doğruyu bulacak olsak, hemen bir hata yapıyoruz. Ama bu da demek oluyor ki, yanılmadığın sürece hiçbir zaman gerçekten gerçeği bulamazsın! (Gerçekten, kimse mükemmel değil, ne yapalım?) Bunu ilk başta kabul etmek zor, çünkü hatalı olmak sanki 'bize bir şey kaybettiriyor' gibi geliyor. Ama düşün bir: Kendi derdimizi çözmek bu kadar karmaşıkken, başkalarının hayatına dışarıdan bakıp “Vallahi ben olsam şunu yapardım” demek ne kadar kolay! Gerçekten, dışarıdan bakınca sanki herkesin hayatı bir Netflix dizisi gibi. Ama işin içine girdiğinde, öyle bir keşmekeş oluyor ki, senin yanılgıların da bir yere kadar normal. Dostoye...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Başkalarının Derdine Bilge, Kendimize Çaresiz Başkalarının sorunları hakkında konuşurken hep bir bilgeye dönüşüyoruz, değil mi? Çözüm üretmekte, objektif olmakta üstümüze yok. Kendi hayatımızdaki kör düğümlerle uğraşırken kaybolmuş bir haldeyken, başkalarının meselelerini nasıl da kolayca çözebiliyoruz! Neden mi? Çünkü başkasının hikâyesine bakarken duygusal bir bağımız yoktur. Bir yabancının derdine dışarıdan bakmanın rahatlığı içindeyizdir. O hikâyeyi bir yapboz gibi çözümleriz, ama kendi hayatımız bir labirent gibi gelir. Çünkü bizim derdimizde sadece akıl değil, duygu da vardır. Bir başkası için nesnellik kolaydır; ama sıra kendi kalp ağrılarımıza geldiğinde işler değişir. Başkalarına akıl verirken, onların hayatına dokunmuyoruz aslında; kendi güçlü olduğumuzu düşündüğümüz yerden bakıyoruz. "Ben olsam şöyle yapardım" diyoruz, ama o durumda gerçekten olsak ne yaparız, kim bilir? Belki de başkalarının hayatına nesnel yaklaşabilmemizin sebebi, onlardan korkmamamızdır. Kendi...
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yanılgılar Dünyası Bazı insanlar vardır, doğrudanlığı samimiyetle karıştırır. Sözleri kırıcıdır, ama bunu içtenlik gibi gösterir. Oysa gerçek samimiyet, incitmeden konuşmayı bilmekten geçer. Yalnızca söylemek değil, nasıl söylediğin de önemlidir. Başka bir grup vardır ki, nezaketi bir zayıflık gibi görür. Oysa nazik bir insan, güçlüdür; çünkü kalabalığın kabalığına karşı incelikle durabilmek cesaret ister. Gücünü bağırarak değil, susarak gösterir. Kimileri mütevazılığı hafife alır. Alçakgönüllü birini görürler ve hemen ona yükselebilecekleri bir basamak gibi bakarlar. Oysa mütevazılık, kişinin kendine olan güveninden doğar. Övünmeye ihtiyaç duymadan kendi değerini bilmek bir erdemdir, aptallık değil. İyi niyeti fırsatçılıkla sınayanlar da vardır. Bir iyilik gördüklerinde hemen bunu suistimal etmeye çalışırlar. Oysa iyi niyet, bir zayıflık değil, insana verilen en büyük hediyelerden biridir. Onu kullanmaya kalkanlar ise en büyük kaybı yaşar; bir güveni yitirirler. Ve özgüvenin anla...